
“Balaban Çiftliði” ya da II. Abdülhamit Han Mülkü diyebilmek…
Dedem Ahmet Niyazi Efendi’yi tanýmazsýnýz. Babamdan dedem olur kendisi. Demiryolcudur O’da. Demiryolculuðu Erzurum-Ýran Hududu arasýnda çalýþan “Transport Trenleri”ne kadar dayanýr, yani 1939’lara. 1906 doðumludur. 26’da devlet kapýsýnda “iþbaþý yapmýþ” bu iþbaþýlýk rahmetli olduðu 1968 yýlý 24 Aralýk günü “kalp krizi”nden vefat ettiði ana kadar devam etmiþ. Oðlu Metin’i yani babamý da “demiryolcu yapmýþ” ve hatta torunu Özcan’ý da, yeðenlerini de, akrabalarýný da “demiryolcu yapmýþ” biz büyüyene kadar ömrü vefa etmediðinden bizim iþimize karýþtýðý olmamýþtýr. Trenleri çok severdi, trenlerle yatar, trenlerle kalkar, paydos saatini ve iþbaþýlýðýnýn saatini trenlere göre ayarlardý. Kýsaca dünyasý “trenler”di. Yolculuklarýný trenlerle yapar, arabayý hiç kullanmazdý. Kullandýðý tek araba “kamyonu” idi. O da görev arabasý idi, zaten. Bizi de trenleri anlatarak büyütürdü. Gerçi ben o öldüðünde henüz altý yaþýnda idim amma bana da anlatmýþlýðý vardý, o trenleri. Sonrasýnda Babam anlattý, trenleri bana. Vagon’da çalýþýrdý, 1982’de emekli oldu, þimdi evden-camiye; camiden-eve ancak bu son by-passtan sonra böyle. Ondan önce hep gezerdi; memlekette trenle gezmediði toprak kalmamýþtý. Alýrdý Annem Mürvet’i yanýna ki komþularýmýz kendini hep “Zuhal Abla” olarak tanýr, bilirler. O Zuhal adýný ilk gelinlik yýllarýnda bir aile dostunun eþi tarafýndan takýlma sonucunda almýþ; buna neden olarak da anneannesi Mürvet Haným ile ismi karýþmasýn ayrým olsun diye. Eskilerde þöyle bir ahlak ve terbiye vardý ki bu bugün devamda zorluk çekmekte. Aile fertleri ayný ismi taþýyan bir çocuk, damat, gelin sahibi oldular mý kesinlikle büyüðün ismini taþýdýðýndan onun yanýnda o kiþiyi isimleri ile çaðýrmaz; “gelin” aþaðýya, “gelin” yukarýya ya da “damat” buraya, “damat” þuraya diye çaðýrýrlardý. Þimdilerde bu gelenek can çekiþmekte haklý olduðumuz yalanlanmaz hani-yani. Bizde de ayný böylesi bir durum sonucunda anama “Zuhal” adý yakýþtýrýlmýþ, öylede yaþatýlmýþ. Ýnanýn ben bile ortaokul son sýnýfa kadar anamýn adýný hep “Zuhal bilmiþimdir”. Bak þimdi nereden nereye geldik, farkýna varmadýk. Konumuz ne idi neye döndü bir anda. Korkmayýn yazýnýn konusunu unutmuþ deðilim, konunun mecrasý ile alakalý bir yerden ta nerelere geldik, Gördüðünüz gibi sonuç bu.
Ýþte Babam ile böyle sohbet günlerinden birinde daha çok farklý bir yere geldik. Babam Vagon Fabrikasý’nda “elektrikçi” olarak çalýþtý ve 1951’de girdiði iþinden ara vermeksizin 1982 yýlýna kadar bilfiil çalýþarak emekli olduðundan sonra yolumuz yukarýda bahsettiðimiz “farklý mecralara geçmiþti”. Oradan devam edelim isterseniz. Babam tamir edilen ya da yeni imal edilen vagonlarýn “Tecrübesi”ne iþtirak ederdi, fabrikadan arkadaþlarý ile. Bu tecrübelerinde de güzergâh, Adapazarý-Arifiye-Alifuatpaþa-Mekece olurdu. Çok olmuþtur, akþam dönüþlerinde “Pamukova Kavunu” getirdiði, “Doðançay Suyu” taþýdýðý, “Eþmeden üzüm, Alifuattan þeftali, Hayrettinden elma” alýp eve ulaþtýrdýðý. Çok güzel günlerdi, o günler. O tecrübelerinden birini anlatmasýný istediðinde o defasýnda Arifiye’den deðilde Sapanca’dan kalkýþýndan anlatmaya baþlamýþtý. Bunun nedenini sorduðumda tren önce Arifiye, Sapanca arasýný kat etmiþ, dönüþte, Arifiye’den Alifuat’a kadar gitmiþti. O nedenle böyle anlatmýþtý. Bahsettiði yýllar 1970’li yýllarýn ilk çeyreðine denk gelmekte. Bakýn nasýl anlatmaya baþladý, inanýn hoþunuza gidecek. “…Bir tek biz deðildik Sapanca Ýstasyonu’na gelene tren. Baþka trenlerde vardý. Sapanca’ya gelen trenler Bostancý’yý, Kartal’ý, Pendik’i, Gebze’yi, Yarýmca’yý, Derince’yi ve Ýzmit’i yorgun hallerde geçer gelirdi. Gelirdi Sapanca Ýstasyonu’na batýdan girerdi. Sonra evet sonra satýcýlarýn sesi gelirdi; “Sapanca Somunu”, “köy tavuk yumurtasý”, “Mahmudiye yeþil soðaný” satanlarýn sesleri gelirdi… Ellerinde bakraçlarý ile çocuklar “Manda Yoðurdu”ndan yapýlmýþ ayran, Ýstanbuldere’den, Sarp Dere’den ve “Fevziye Köyü Hünkâr Suyu”ndan alýp-getirdikleri buz gibi kaynak suyu satarlardý. Bak bu Fevziye Hünkâr Suyu Padiþah Sultan Reþat mülküdür, onun tarafýndan bizzat bulunup çýkartýlmýþtýr. Zaten bu durum köy hudutnamesinde kayýt altýnda tutulmuþtur. Bahçelerde çeþmeler soðuk-soðuk akardý, aðaçtan örme hasýrdan yapýlmýþ dýþlarý çiçeklerle süslenmiþ kamelyalarý bile vardý, demiryolu kenarýnda bulunan ahþap konaklarda.” Sonra durdu, bir bardak ayran istedi. Dili kurumuþtu, zaten bu by-pass sonrasýnda dili çok sýk kurur ve içecek bir þey alma ihtiyacý daha çok ister hale gelmiþti. Babam “su”yu sevmez öyle pek fazla tüketeni de deðildir; onun sevdiði “hoþaftýr, komposto”dur. Hatta ve hatta çokça da “ayran”dýr. O ayrana daha çok meyillidir, bünye olarak. Hoþaf ile kompostoyu hep karýþtýrmýþýmdýr. Hangisi hoþaf, hangisi komposto bilememiþimdir. Allah’tan bu yazma iþine bulaþtýkta “hoþaf”ýn “kurutulmuþ meyve”den, “komposto”nun da “taze meyve”den yapýldýðýný öðrendim. Yoksa iþimiz hakikaten zordu. Bu durum bazýlarýnda da soðan-sarýmsak baðlantýlý “sol-sað” yön karýþtýrmasý olarak karþýmýza çýkar. Çokça da “askerlik”te denk gelir, bu karmaþa. Komutanlar baðýrýr “Oðlum sarýmsaðýn olduðu yer “sað”; soðanýn olduðu yer “sol” diye. Sizde tekrar edilenlerle birlikte tekrar eder durursunuz günlerce. Hoþ sizinle bu durumun alakasý yoktur amma öylesi bir durumdur, iþte.
Yok, yanlýþ anlamayýn kopmadýk konudan, ben arada öyle konu dýþýna çýkar-girerim. Devamýný yazmaya baþladým bile “Konaklarýn; Yanýklý Ali Efendi’nin, Fevziyeli Hacý Rüstem Efendi’nin ve Mümtaziye’den Arif Hoca’nýn konaklarý olduðu herkesçe bilinirdi. Görür-görür imrenirmiþ, hep oturasý gelirmiþ kamelyalarýnda yanýndan gelip-geçenlerin. Bahçelerinde yaþayanlarla trenlerde seyahat eden yolcular trenin hýzlýsýndan görebildikleri güzellikleri ile yan-yana gelmek isterdi. Sapanca’ya gelindiðinde “Öðle Namazý”nýn ezaný okunmuþ olur, namazýnýn edasý gerekirdi. Ýstasyonda alýnan “abdest”in serinliði ve nefasetinde kýlýnýrdý; öðlen namazlarý. “Kastarca erik”, “beyaz kiraz”, “yeþil-kýrmýzý elmalar”ýný yemek isterlerdi, ýhlamurlarýndan toplamak, gölünde yüzmek isterlerdi. Trenin Sapanca’dan kalkýþý ile fren yapmasý arasýnda yarým saat olurdu Mümtaziye’ye geldiðinde. Mümtaziye bugünün Uzunkum. Uzunkum’da tünel yoktu henüz o yýllarda. Ýstasyondan hemen sonra yol karanlýða girmezdi, Göl sahilinden giderdi tatlý bir viraj alarak, tepelerden sular akardý, trenin kömür kurumlarý camdan bakarken dýþarýda kalan yüzlerini, üst baþlarýný simsiyah yapardý. Tren Arifiye’ye batýdan Gölbaþý’ný geçerek giriþ yapardý. Ýlk soluklandýðý yer “su dolum yeri” yani “cendere” olurdu. Kara tren “su ihtiyacý”ný gidermeye çalýþýrken yolcusu istasyona iner, kendini havalandýrýr ve Abdülhamit Han’ýn tuðrasýnýn bulunduðu odada soluklanýr ve biletine “mühür bastýrýrdý”. Bir saatten fazla kaldýðýmýz Arifiye Ýstasyonu’ndan suyundan oluþan buharýn gücü ile “istim” alýp kalkarak uzaklaþan o trenler bugünün Karaçam’ ý dünün “Balaban Köyü”nde Abdülhamit Han’ýn “Balaban Çiftliði”nin meyve bahçelerini saðýna-soluna alarak Geyve Boðazý’na girerdi. Ardýndan “Balaban Köprüsü”nü geçer; sonrasý saðýnda Sakarya; yüz üstü ve köpük-köpük akarken, solunda yalçýn kayalarla baþlayan Doðançay’a doðru yol alýrdý. O trenler ki; Doðançay’da ceviz aðaçlarý istasyonu süsler, Almanlar tarafýndan yapýlan istasyonun içinden geçerek Anadolu’nun içlerine yol alan tren saðýnda “Burgaz Tepe”yi, “Karayemiþlik Kayasý”ný, “Gergidüzü”nü; solunda “Poyracýk Tepesi”ni, “Ihlamurdüzü”nü “Kýzýlkaya”yý geçer; “Yýlanda”yý aþarak Alifuatpaþa’ya varýrdýk” dedi. Ardýndan da sustu, “Hepsi bu kadar” dedi ve kalktý-gitti. Bundan sonrasýný ben yaþadýðým için öyle týrnak içine almadan devam edip anlatýp-geçip gideceðim.
Yýl 2012; aylardan temmuz. Ayýn 18’i Geyve Boðazý’nýn baþladýðý Karaçam Köyü’nün giriþindeyim. Düþüncem daðlara çýkmak ve oralarda bilinenleri bilinmeyenleri yazacaðým yazýlarda kaleme almak. Baþlangýç noktam “Sivrikaya”. Sivrikaya Eskiþehir gidiþ yönü üzerinde “Elmalýk Tepesi”nden az beride bir tepe. Üzerinde kalan kuzeyde “Simonet Bayýrý” var. Ýlginç deðil mi “Simonet” ne demekse. Durun telaþlanmayýn onu bilmiyoruz diye bir durum yok ortada “maalesef onu da biliyorum”. Ýnanamayacaksýnýz ama “biliyorum”. Esasýnda bir yerin yerle tarihine, tarihçiliðine, ya da araþtýrmacýlýðýna soyunan biri için elzem olanlardan biri de “çevresini tanýmak” amma öyle-böyle bir tanýmak deðil hani-yani. Ciddi ve anlaþýlabilir anlamda tanýmak ve tanýdýðýný bilebilmek. Allah için bu durumda bize zamanla yer edindi, gitmekte bilmiyor. Þimdi “simonet” Doðu Ermenicesinden gelen bir kelime aslýnda. Aslý Ýngilizcede “simon” kök olarak var. “Erkek, adam, er kiþi” anlamlarýna geliyor. Ama kelime “simonluk”tan çýkýpta “simonet oldu mu “-et” takýsý almýþ oluyor ki anlamý tamamen farklý hale geliyor. “-et” takýsý aðýrlýklý olarak Ermenicede bulunmakta. Kýsmende “Doðu Ermenicesi”nde. Peþine takýldýðý kelimeye ilk anlamý ile tamamen ters bir anlam daha kazandýran ek olarak karþýmýza çýktýðý olur, çoðu kere. Mesela bunu þöyle açýklayabiliriz. “Trompet” kelimesini ele alalým. “tromp”, “binanýn bir bölümünü tutmaya yarayan köþe kubbesi” anlamýný taþýrken sonuna aldýðý “-et” eki ile “bir aðýzlýk ve kendi üstüne kývrýlmýþ silindir bir borudan oluþan nefesli çalgý” anlamýný alýr hale gelir. Ya da “pus” kelimesini ele aldýðýmýz da pus, “sis, duman” anlamýna balið olurken sonuna aldýðý “-et” eki sayesinde “elle sürülen hafif, küçük, çocuk arabasý” karþýlýðý ile denklik bulur bir anda. Buradaki “simonet”te bu tarz bir anlam deðiþimine uðramýþ bir kelime. Yalnýz burada þunun anlaþýlmasý bizi rahatsýz eder, ne “trompet” kelimesi ne de “puset” kelimesi Ermenice deðil aksine örnekleme için seçilmiþ iki kelimedir. “Simonet” kelimesi de Ýngilizce “simon” kelimesinin Ermeniceye geçerken sonuna gelen “-et” hecesi ile “dinsel görevleri satma, satýn alma” veya “kutsal eþya satýcýlýðý” ve “kutsal tutulan þeylerden kar menfaat çýkartma” anlamýný takýnan yeni bir kelime olarak yerini alýr. Ýngilizcede bunun kelime karþýlýðý “simony”dir. Yani Karaçam Köyü üzerindeki “Simonet Bayýrý”nýn “simonet”i “kutsal eþya satýcýlýðý” anlamýný içeren bir isimle anýlýr ki bu durum bu coðrafyanýn geçirdiði tarihsel süreç içinde bu tür bir ticaretin yapýldýðý yerler olarak ön planda yerini alýr.
Bahsettiðimiz güzergâhýn Baharat Yolu, Ýpek Yolu üzeri veya yakýný coðrafyada yer almasý kutsal haç, ikon ya da dinsel ritüele sahip kap-kaçak satýþýnýn yapýldýðý yerler ile alakalý olduðu inancýna sahip bulunmaktayým ki, önceki dönemlerde bir Pazar yeri, bir ticaret merkezi durumunda olan ancak bu özelliðini sonradan kaybeden Fevziye, Akçay ve Ýlimbey bu ifadelememize en uygun ve en yakýn bölgelerden sayýlýr. Açýkladýðýmýz bu hale aksi bir ifade de bulunan var ise onunla bu konuyu tartýþmaya açmaya “etimolojik” olarak yeterli olduðum inancým ile hazýrým. Gelelim lafý uzatmadan “Simonet Bayýrý”nýn etrafýndaki “Oluklutaþ Deresi” ile “Çatal Deresi”nin birleþerek “Karaçam Deresi” adýný alarak “Fýndýklýk Tepesi”nin ve hemen altýnda da “”674’lük Çan Tepesi”ne ve altýndaki “Balaban Kayasý”nýn eteklerinden “Vartankel Tepesi”ne kadar akýp geliþine getirmeye. Az önce anlatmaya çalýþtýðýmýz durum burada da karþýmýza çýktý. “Vartankel”den bahsediyorum. “Vartan”ýn tek baþýna herhangi bir anlamý yok ancak “Vartan”ýn tek hali ile Ermenice bir “soy isim olarak kullanýldýðý malumunuz”. Okunuþu da fonetik olarak “va’r’daan” olarak yapýlmakta. Bunun yaný sýra “varta”nýn anlamý var tabii ki. “Va’r’ta”, “tehlikeli durum” demek bilindiði üzere; Eskiden kullanýlýrdý, bilirsiniz. “Vartankel” halini alýnca da durum daha deðiþik bir sonuç vermekte. Kelimenin “vartankel” halinin anlamý “ortada herhangi bir sebep yokken kayýp olan þey” anlamý ile karþýlýðýný bulmakta, Doðu Ermenicesinde. Anlayacaðýnýz ilk hali son hali arasýnda anlam çerçevesinde uyumsuzluk söz konusu. Unutmadan yukarýda bahsettiðim “Çantepesi”nin adýnýn neden “Çantepesi” olduðu konusunda Ermenice, Rumca ve Osmanlýca kaynaklardaki araþtýrmalarým ve incelemelerim devam etmekte… Bulduðum ve bir yazý konusu haline getirilebilir duruma geldimi sizlerle bunu da paylaþmak isterim.
Þimdi bu yazdýklarýmýzýn tam karþýsýný gezelim birde isterseniz. Yani Sakarya Nehri tarafýný. Oraya Eski adý ile “Hacýmat” bir diðer hali ile “Hacýbey” olan Ahmediye’den baþlayalým. Hacýbey adý 1959’lara kadar varmýþ, sonra 1960 sonrasý deðiþtirilmiþ olduðu söylenmekte. Kayýtlarda pek bulamadým ancak 1960 öncesi önemli haritalarda yörenin ve köyün adý “Hacýbey” olarak geçmekte ve hatta “Adliye”nin adý da “Hamidiye” olarak. Hamidiye, adlý köyleri daha önce Sakarya Yenihaber Gazetesi’nde bu köyleri bir makale halinde sýralamýþtým. Mesela “Alandüzü”nün, “Çýnardibi”nin, mesela Arifiye Ýstasyon Mahallesinin adý daha önce Hamidiye idi. Dahasý “Sapanca Muradiye”nin, Karasu “Aziziye”nin, Akyazý Ahmediye’nin, Hendek Þerefiye’nin, Karasu Selahiye’nin isimleri öncesinde “Hamidiye” ile anýlýrmýþ. Padiþah II. Abdülhamit 27 Nisan 1909 tarihinde tahtan indirilip yerine Mehmet Reþat padiþah olunca bu köylerin isimleri de deðiþtirilme ile karþý karþýya kalmýþlar. “Vartankel Tepesi”nin hemen altýnda da “Tunaðýlý Tepesi” vardýr ki yüksekliði “Çan Tepesi” kadar yoksa da ondan aþaðýya kalacak kadar deðildir; tam 531 metre rakýma sahip bir tepedir, “Tunaðýlý Tepesi”. Gelelim “Tunaðýlý”nýn anlamýna. Bütün bundan önce “tun” kelimesinin anlamýný bilmek gerekir, sanýrým. Kelime Divan-ý Lügati-t Türk’te iki anlamý ile karþýmýza çýkmakta. Ýlk anlamý ile “dinlenme, döllenme” ikinci anlamý ile de “kadýnýn ilk çocuðu” ya da “kadýnýn ilk kocasý” anlamlarýný karþýmýza getirmektedir. Güncel Türkçe Sözlükte de anlamý “gizli yer, köþe bucak”; Kiþi Adlarý Sözlüðü’nde de “Tun” erkek ismi olarak “gönül rahatlýðý” anlamýný içermekte. Türkçe Sözlükte “taraf, semt” olarak anlam bulan kelime Türkiye Türkçesi Aðýzlarý Sözlüðü’nde “saygý gösterilen, saygýn”, “fýrýn üstü, fýrýn kenarý” ya da Afyon yöresinden gelen anlamý ile de “fýrýnýn bir bölümü” olarak bilinmektedir. Karþýmýza çýkan anlamlarýn ýþýðýnda durumumuza en yatkýn ve yakýn anlamýn “dinlenme, döllenme” olduðu daha kolay görülecek olup, bu mevkiinin “hayvan dinlenme aðýlý” olarak kullanýldýðý. Bunun da en yakýn karþýlýðý “çiftlik”tir.
Evet, bu sonuca geldiðimizde de yazýmýza konu olan durumu görmekteyiz. Padiþah II. Abdülhamit Han’ýn birkaç yýl önce açýklanan mal varlýðý içersinde dikkatimizi çeken “Geyve-Balaban Çiftliði” yerleþkesinin bu “Tunaðýlý Tepesi” ve çevresi coðrafyanýn olduðu. Bölge coðrafyasý çiftlik arazisine ve fiziki þekline uygun olup ayný bölgenin 1959 sonrasý haritalarda “Çiftlik Mevkii” olarak adlandýrýldýðý gözlenmektedir. Hemen altýnda kalan “Gocuryataðý Mevkii”nin de Edirne ve çevresi coðrafyada “küçük kardeþ”, Isparta ve Yalvaç çevresi coðrafyada da “büyükanne” anlamý ile karþýlýðýný bulan “gocu”dan esinlenerek “kardeþ yataðý” anlamýný almasý ile diyeceðimizi adeta kuvvetlendiren bölgenin Padiþah II. Abdülhamit Han’ýn mülkü sayýlan “Balaban Çiftliði” olduðundan þüphemiz kalmamakta. Burada “çiftlik” ve “kardeþ yataðý” nýn birbiri ile ilintilendirilmesinin dayanaðý olarak þunu gösterebiliriz. Osmanlý sarayýnda kimi çevrenin Ýstanbul dýþýnda bulunan mülkler üzerindeki binalarda hanedan mensuplarýna ait olanlarda bulunan bina, yapý ve diðer usul yerleþim mekânlarýnýn saray ile kardeþ olduðundan hareket ederek kurulan bir yaklaþýmsal yakýþtýrmadan baþka bir durum deðildir. Öyle ya tarih biraz “etimoloji”, çokça “coðrafya” birazcýkta “sosyoloji” deðil midir? Bizimkisi “coðrafi sosyolojik yerel tarih”ten baþka bir þey deðil aslýnda. Sizce nedir bu yaptýklarýmýzýn karþýlýðý, bunu da merak etmiyor,deðilim.
Artýk yazýmýzda son sözlerimizi söylemek istiyorum.
Sizin huzurunuzda 2013 senesi içinde baþlayan dostluðumuz, 2013-2014 Yeni Yayýn Dönemi’nde de devam edecek gibi. Mevcut durum ve beðeni onu göstermekte. Buna yazýlarýma göstermiþ olduðunuz 9 bin 103 týklanma ve okunmayý “þahit göstermek isterim”. Bu týklanma ve okunma benim için kendi alanýmda bir rekor. Bu halen Ýstanbul ve yurtdýþýnda gördüðüm “omurilik tedavisi” içinde son derece mutlu kýlýcý bir hal. Ne mutlu bana ki sizlerin okuyacaðý yazýlarý yazabiliyor, konularý sizlere aktarmada zorluk çekmiyorum. Ýnþallah bundan sonraki yazýmda konum “Geyve Coðrafyasý Kayalýklarý” olacak. O yazýda Ayýoynaðý’ndan tutun Domuzyataðý’na; Ayýyuvarlandý’dan tutun Akbaba Kayasý’na; Kuþkayasý’ndean tutun Kedikayasý’na kadar bütün yalçýn kayalarý anlatmaya çalýþacaðým.
Þimdi kalýn saðlýcakla...
Ýrfan Özdilek NÝÞANCIK

Ýrfan Özdilek Niþancýk hakkýndaki diðer yazýlar Gsterim: 6474 | E-posta
|