TÜRKÇENÝN MÝSAFÝRLERÝ
(DIÞTAN BÝR BAKIÞ)
-Zaim Hajdarevic’e ithaf-
Siyasi sýnýrlarýnýn dýþýnda kendi dilini, kültürünü, edebiyatýný anlatma-öðretme çabasý, o ülkenin dýþa açýlma isteðinin, yaþadýðý dünyayla bilgi-kültür alýþveriþine girme arzusunun somut göstergelerinden biri olarak düþünülebilir. Çünkü verirken alýrsýnýz da.
Türkiye, yakýn bir geçmiþe kadar pek de önemsemediði uluslararasý iliþkilerin dil-kültür boyutunu TÝKA, YTB, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Maarif Vakfý gibi kurumlarý eliyle yeniden yapýlandýrmaya çalýþmaktadýr ki bu çabalar, son birkaç asýrlýk hariciye politikasýnýn belki de en dikkate deðer faaliyetleri olarak görülebilir.
Bu yazýda, yurt dýþýnda hem Türkçe hem Türk dili ve edebiyatý dersleri veren bir öðretim elemanýnýn gözlemlerinden hareketle ve eleþtirel bir bakýþ açýsýyla Türkçenin dýþ dünyadaki misafirleriyle ilgili bir perspektif ortaya konulmaya çalýþýlacaktýr.
Eðitimin dört ana unsur üzerinde yükseldiði kabul edilir: Öðrenci, öðretmen, mekân ve eðitim araç-gereçleri. Bu dört unsurdan herhangi biri istenen seviyede olmadý mý eðitimden beklenen sonucu almak çok da mümkün deðildir. Þimdi, yurtdýþýnda Türkçe öðretiminde son derece etkili olduðunu düþündüðüm bu harici unsurlar üzerinde -önemine binaen- teker teker durmak istiyorum.
Öðrenci: Yurt dýþýnda Türkçe eðitimin temel unsuru öðrencidir. Bütün hazýrlýk ve planlar bu ana topluluk üzerinden yapýlýr. Bu yüzden, Türkçe veya Türk dili ve edebiyatý eðitimi almak isteyenlerin tespitinden baþlamak üzere süreç içinde bu insanlara karþý takýnýlacak her türlü davranýþ/tutum çaðýn gereklerine ve Türkçe’nin ruhuna uygun olmak zorundadýr. Öðrenciler, yaþadýklarý ülke koþullarýnda herhangi bir dili öðrenirken kendilerine sunulan imkânlarý Türkçeyi öðrenirken de önlerinde hazýr bulmalýdýrlar (Kendi dilini öðreten baþka milletlerle rekabet edebilmeliyiz.).
Öðretmen: Yurt dýþýnda Türkçe eðitiminin ikinci temel unsuru öðretmendir. Bu yüzden yurt dýþýnda görev yapacak öðretmenlerin seçilmesi, yapacaklarý iþin inceliklerinin kendilerine aktarýlmasý/öðretilmesi hayati bir önem arz etmektedir. Öðretmenler, Türk dili ve kültürünün temel dinamikleri ile görev yapacaklarý ülkenin dil-kültür dünyalarýndan haberdar olmak zorundadýrlar. Karþýlaþtýrmalý yaklaþýmlar öðrencilerin öðrenme ve benimseme süreçlerini hýzlandýracaklarý için oldukça yararlýdýr (Öðretmen seçiminde titiz davranýlmalý, bu göreve talip olanlar ciddi bir bilgilenme sürecinden geçmelidirler.).
Mekân: Türkçe eðitiminin bir diðer ana unsuru mekândýr. Ýyi tefriþ edilmiþ sýnýflardan lisan odalarýna, kantinlerden kütüphanelere, hatta zeminden duvara/tavana kadar her yer Türk dili ve kültürüne gidecek yolu kýsaltacak þekilde düzenlenmelidir. Türkiye’de Türkçe öðrenenler için hemen her yer, gerektiðinde dilin öðrenilmesine aracýlýk edecek bir fonksiyon icra edebilir, bunun kýsmen de olsa Türkiye dýþýndaki muadili, Türkçenin öðretildiði mekânlarýn eðitime uygun bir þekilde donatýlmasý olabilir. (Türkçe ve Türk dili eðitiminin verildiði mekânlar hem çaða uygun hem de fonksiyonel olmak zorundadýr.)
Araç-gereçler: Teknolojinin ülkeler/kültürler arasýndaki sýnýrlarý hemen hemen ortadan kaldýrdýðý günümüzde ana dili dýþýnda bir baþka dili öðrenmek kolaylaþtýðý kadar zorlaþmýþtýr da. Bu ifadeyle kastedilen, Türkçe öðrenmeye karar vermiþ bir öðrencinin bir baþka dille zihninin çelinmesi durumudur. Mesela, Bosna örneðinde, Almanca öðrenen gençlere Avusturya’da üniversitede okuma, iþ bulma, ülke vatandaþlýðýna kabul edilme gibi haklarýn vaat edilmesi bu durumu örnekler.
Öðrenim verilen yerlerde, dilbilgisinden örnek metinlerin yer aldýðý kitaplara, bilimsel çalýþmalardan her seviyede öðrenci için hazýrlanmýþ sözlüklere, Türkçe’nin öðrenilmesine katký saðlayacak videolardan yirmi dört saat Türkçe yayýn yapan televizyonlara kadar her unsur çaðýn gereklerine ve öðrencilerin beðenilerine hitap edecek þekilde düzenlenmelidir. Özellikle merkeze uzak yerlerde bu konularda eksikliklerimizin olduðunu burada belirtmekte yarar var. (Dil öðrenmeye aracýlýk edecek araç-gereçler de profesyonelce seçilip düzenlenmelidir.)
Yazýnýn bundan sonraki kýsmý, yukarýda kýsaca deðinildiði gibi (Eylül 2013-Haziran 2014) tarihleri arasýnda Bosna Hersek’te (Zenica) Yunus Emre Enstitüsü adýna görev yapýlýrken kayda geçirilen gözlemler üzerine oturtulacaktýr.[1]
“Ýkinci Yeni”yi anlatýyoruz. Bu akýmýn diðer sanat dallarý ile ilgisine deðiniyorum. Müzikle, sinemayla, resimle...
Müzikle ilgisini anlatýrken “A-tonal müzikten etkilendiler.” diyor konuyu açýyorum: “Mesela bir müzisyen sahneye çýkýyor, bir saat sadece seyircilere bakýyor, sonra bitti diyerek sahneden iniyor, yani sizin baðýrdýklarýnýzý sustum ve gidiyorum...” imasýyla.
Damir, yarým yamalak Türkçesi ile “Hocam bir ressamýn boþ bir çerçeveyi resim diye duvara asmasý gibi mi?” diyor.
“Evet, aynen öyle.” diyorum. (30 Nisan 2014)”
Yabancý öðrencilerden oluþan bir sýnýfta yaþanan bu anekdotu biraz açalým. Ýkinci Yeni’den bahsedebilmek için Türk þiirinin bu akýma kadarki tarihini ana hatlarýyla öðrencilere aktarmanýz gerekiyor. Bunun için de her þeyden önce güvenilir kaynaklardan edinilmiþ saðlam bir edebiyat ve þiir tarihi bilgisine ihtiyacýnýz var. Niçin güvenilir ve saðlam sýfatlarýný kullandýðýmý izah edeyim. Eylül baþýnda Zenica’ya varýr varmaz bizden bütünleme sýnavý yapmamýz istendi. Önceki yýl verilen derslerin içeriklerine bakýnca soru hazýrlamak zor olmadý. Ýçeriklerden hareketle Mehmet Âkif’le ilgili sorduðumuz soruya verilecek cevaplar öðrencilerin seviyelerini de anlamamýza yarayacaktý. Sýnav sonrasýnda Mehmet Âkif’in Servet-i Fünûn’un önce gelen þairlerinden biri olarak nitelendirildiðini görmek bizi þaþýrtmýþtý. Öðrenciler böyle bir bilginin kendilerine verilen notlarda yer aldýðýný söylediler; bu þaþkýnlýðýmýzý bir kat daha arttýrdý. Duygularýmýzý çok da belli etmeden notlarý görmek istediðimizi söyledik. Kýsa sürede notlar geldi ve çocuklar haklýydýlar. Bu notlarda Mehmet Âkif, Servet-i Fünûn’un önde gelen sanatçýlarý içinde sayýlýyordu. Soruyu iptal ederek kâðýtlarý yeniden deðerlendirdik ama canýmýz sýkýlmadý da deðil. Önceki yýllarda burada görev yapanlarýn küçük bir dikkatsizliði, daha derslere girmeye baþlamadan bizim için büyük bir ders olmuþtu.
Sýra Zenica’da girilen ilk derste. Bu ilk derste yabancýlara Türkçe öðretiminde yaþanan sorunlarýn bir kýsmýný görmek mümkün. Daha sonra üstesinden gelinecek karamsar ruh hali çok belirgin:
“Bugün 8 Ekim Salý ve ben burada ilk dersime girdim.
Türkçe bilmeyen gençlere edebiyat anlatmak gibi bir mucizeyi gerçekleþtirmeye çalýþacaðým. Türkiye’nin de taþrasýnda bir yer burasý. Zihniyet olarak tabii. Bir bilinç eksikliði dikkati çekiyor hemen. Niçin okuduklarýný bilmiyorlar mesela.
Kaloriferler yanmýyor, hava çok soðuk ve çocuklar bu soðuðu daha da artýrýyorlar çekingen halleriyle. Þiirlerle, anekdotlarla, esprilerle, örneklerle, tanýmlarla, tekrarlarla, takýlmalarla renklenen ve keyiflenen dersleri çok özleyeceðim burada.
Türkçeyi sevdiðini ifade eden gençlerin yaný sýra, açýk yüreklilikle, “Baþka bir bölümü istiyordum ama olmayýnca buraya geldim.” diyenler de var.
Bugün üçüncü ve dördüncü sýnýflarda derse girdim. Ýnanýn kayda deðer, içinde zekâ pýrýltýsý/ýþýltýsý/parýltýsý olan, aklýmda ve gönlümde yer eden hiçbir þey olmadý bu derslerde. Sadece Emine’nin adýyla beni anneme ve Türkiye’ye götürmesi güzeldi.
Tahtaya yazdýðým beyitleri doðru dürüst okuyamayan insanlardan, dile hâkimiyetin niþanesi olan nükteyi beklemek onlara da haksýzlýk olur.
Bugün, gün ölü doðdu. Yarýndan ümitliyim. Hadi hayýrlýsý. (8 Ekim 2013)”
Derslere kendinizi verirseniz, memleketten ne kadar uzak olursanýz olun, bir zaman sonra Türkçe mucizevî/diriltici yanýný size ve çevrenizdekilere gösteriyor, yaþadýklarýnýzý tarihe not düþüyorsunuz:
“Þiir ile düz yazý arasýndaki farklarý konuþuyoruz. Ne dediysek, hangi örneði verdiysek fayda etmiyor. O esnada dalmýþ gitmiþ bir öðrenci fark ediyoruz sýnýfta ve espri ile karýþýk soruyoruz:
-Neyra nerdesin?
-Ýstanbul’dayým hocam.
-Buldum, diyorum sýnýfa, buldum. Neyra’nýn burada sýnýfta olmasý, sýnýfta oturmasý, onu görmemiz, onunla konuþmamýz, ona soru sormamýz, ondan cevap almamýz “roman”; Neyra’nýn burada otururken, ayný zamanda, Ýstanbul’a gitmesi, Ýstanbul’da da olmasý, Ýstanbul’u da yaþamasý “þiir.” (28 Kasým 2013)”
Öðretmen görev yaptýðý ülkeyi, o ülkenin insanlarýný, tarihini, yaþanmýþlýklarýný bilmeli. Bu bilgi onun öðrencileriyle kuracaðý iliþkiyi daha samimi ve güçlü kýlar:
“Dersteyiz. “Halûk’ýn Bayramý”ný iþliyoruz. Fikret þair fantezisiyle oðluna, “Çýkar üstündekileri” diyor, “Þu fakire ver, o da giyinsin, sevinsin, süslensin.”
Hey Allah’ým þairin derdine bak!
Þair fantezisi dedik, yenisini alýp vermek varken, Haluk’un üstüne geçirdiði bayram giysilerini ondan çýkarýp yetim/öksüz çocuða vermek, iki çocuðu da üzüntüye boðmaz mý? Biri biraz önce giydiklerini çýkaracak, diðeri onun çýkardýklarýný giyecek.
Çocuðu tanýmýyor Fikret, ruhuna inemiyor bu narin varlýklarýn.
Fakirliði yaþamamýþ. Çaresizliðin insan ruhunda açtýðý gediklerden haberi yok. Yaþamayan bilmez.
Bütün kelimeleri tek tek izah ederek anlatmaya çalýþýyorum þiiri Boþnak gençlere. Konu elbette bayrama geliyor. Bayram coþkusuna, sevincine, neþesine ve madalyonun diðer yüzü olarak elbette bayram hüznüne. Bosna’da yetimlikten, öksüzlükten bahsedilir mi? Aman Allah’ým, babasý þehit düþmüþ bir öðrencim (Edin), tek cümleyle dersi bitiriyor:
-Bu bayram, herkes babasýyla gitti bayram namazýna, ben yalnýz gittim.
Çaresizliði gördüm ve sustum. (4 Mart 2014)”
…
Memleketinizden uzakta da olsanýz tarihî günler aklýnýzdan çýkmamalý. Çünkü orada bulunmanýzýn nedenlerinden biri kültürler arasýnda köprüler kurmak deðil midir biraz da? 18 Mart’ta bahsi Çanakkale’ye getirdik ve bu derste Boþnak öðrenciler, bir söyleyiþ inceliðini sorduklarý sorularla bize bir kere daha fark ettirdiler:
“Bugün 18 Mart. Bu anlamlý günde, Çanakkale Savaþlarý’ndan bahsetmemek olmazdý Boþnak öðrencilere. Konu döndü dolaþtý “Mehmetçik” kelimesine geldi. Bir anlam verememiþler bu kelimeye çocuklar. Öðrencinin biri “Hocam” dedi “Bu ‘küçük Mehmet’ anlamýna gelen kelimeyi niçin kullanýyorsunuz ýsrarla?” Çocuk haklýydý. “-cýk, -cik” eki düz bir mantýkla bakýlýrsa küçültme ekiydi. Ýçimden ‘Mehmetçik’i anlatma zamaný geldi.” dedim, ama nasýl anlatacaktým? Biraz düþündüm, çünkü bu kelime ile ilgili zihinlerinde hiçbir bilgi ve çaðrýþým kýrýntýsý olmayan insanlara “Mehmetçik Türk askeri demektir.” deyip geçiþtiremezdim.
“Evet” dedim önce, “O küçültme eki ayný zamanda sevimli hale getirme ve hatta biraz da sahiplenme ekidir. Çünkü ‘Mehmetçik’ hep gençtir, hep yirmi yaþýndadýr, hep yavrudur, hep filizdir. Türk milleti ise annedir. Gözü gibi korur onu, hiç büyümez annenin gözünde Mehmet. Dolayýsýyla bu kelime, anne ile yavrunun sevgisinden, aþkýndan doðmuþtur. Anne yavrusuna, yavrusu annesine sonsuza kadar hayat verecektir.” Konuþmam bu minval üzere devam etti.
Sonra kelimenin Peygamberimiz’in adýndan geldiðine de deðindim kýsaca. “Muhammed’in zamanla Mehemmet’e, Mehemmet’in Mehmet’e” dönüþmesinden bahsettim. “Mehmet bizde Muhammet demektir.” dedim ve “Kelimenin bu kadar sevilmesinin ve benimsenmesinin nedeni biraz da budur.” diye de ekledim. Mehmetçik’in anlam ve ruh kökünü böylece ifade ettikten sonra sýnýftaki gözlerin parlamaya baþladýðýný gördüm.
Elbette kolay deðildi “Mehmetçik”i anlatmak. (18 Mart 2014)”
…
Ývo Andriç’in Drina Köprüsü’nü üzerine oturttuðu mekânda, Viþegrad’dayýz. Bir Boþnak annesiyle konuþurken karþýmýza “Türk Yolu” çýkýyor:
“Misafiri olduðumuz seksen yaþýnda Boþnak annesi “Ramiza Veletovac” hatýrladýkça bize yeni þeyler anlatýyor. En çok merak ettiklerim bizimle ilgili (Türklerle) zihninde yer eden düþünceler, hatýralar, yaþanmýþlýklar. Pazar günü sabah kahvaltýsýndan sonra zihni çözülüyor ninenin. Þu anda evin olduðu yerde eskiden buradan gelip geçenlerin aðýrlandýðý bir konaktan bahsetmeye baþlýyor. Hissediyorum sözün bize geleceðini. “O zaman eskiden burasý mühim bir geçitti, güzergâhtý.” diyorum, “Evet.” diyor ve çözülüyor yavaþ yavaþ hatýralar yumaðý.
Bu evin hemen üstündeki ormanýn içinde “Smriyeçe” ve “Jagre” adlý iki köy varmýþ. Maalesef bu köyler 1992’deki savaþta haritadan silinmiþ. “Bosanska Jagodina” ve “Dobrun” gibi köyleri, haritadan silinen “Smriyeçe” ve “Jagre” adlý köylere baðlayan orman içindeki yola “Türk Yolu” denirmiþ. Daha çok atlýlarýn kullandýðý orman içindeki bu yolu Türkler açmýþ, ama burayý sadece Türkler deðil bu bölgede yaþayan, buradan geçen herkes kullanmýþ. Boþnak nine bunlarý anlattýktan sonra yine çocukluðuna döndü ve bu atlýlarýn o günün þartlarýnda ancak üç yýlda hacca gidebildiklerini söyledi. Atalarýmýzýn orman içinden açtýklarý bu saklý yol bana ilginç bir metafor gibi göründü. Göz önünde olmayan ama köyleri birbirine baðlayan, insanlara yeni dostluklarýn kapýsýný aralayan gönül yolu. Ve þimdi o yolu yeniden orman almýþ. Susalým. (31 Mayýs 2014)”
…
Son anekdot sosyolojik bir hadiseye, toplumlarýn hayata bakýþlarýna vurgu yapýyor. Pazar günü alýþkanlýklarý üzerinden bizi Türk-Boþnak kültürlerine götürüyor, tebessüme de kapý aralayarak:
“Dersteyiz. Ýncelediðimiz hikâyeden hareketle pazar günü üzerinde yoðunlaþýyoruz. Pazar günlerinin bizdeki durumuna deðiniyoruz uzun uzun. Pazar günü, hafta boyunca koþan didinen aile bireyleri nihayet evdedirler. Dinlenirler. Beraber kahvaltý yaparlar. Günün gazeteleri alýnýr, okunur. Televizyon seyredilir, internete girilir, hatta yeni vizyona giren bir film varsa sinemaya gidilir. Uzun uzun anlatýyorum. Tabiri caizse ballandýra ballandýra anlatýyorum. Amaç pratik olsun. Gözlerimin içine bakan Medisa parmak kaldýrýyor. “Ya hocam, amma da abarttýnýz.” gibi bir tepki bekliyorum açýkçasý. Ama o, bu topraklarý ve bu topraklarýn insanlarýný özetleyen bir cümle ile bahsi özetliyor:
-Hocam, biz her gün öyleyiz! (13 Kasým 2013)”
Yabancýlara Türkçe öðretiminde konuya içten baktýðýmýz ilk yazýda zihnimizde yavaþ yavaþ oluþan bahsin ana unsurlarýndan olan öðretmenlerle ilgili ölçüyü; “Dilbilgisiyle, diksiyonuyla, telaffuzuyla, bilgisiyle-görgüsüyle-kültürüyle, özenle seçilmiþ ana metinleriyle, temel mekân ve þahsiyet örneklemeleriyle Türkçeye hâkim olmak.” þeklinde özetlemiþtik. Dýþtan bakýþý ise þöyle toparlamak mümkün:
Türkçeyi yabancý öðrencilere Türkiye’de öðretmek ne kadar bilgi, beceri, dikkat, tecrübe, emek ve özveri istiyorsa yurt dýþýnda bunun iki katýna ihtiyaç vardýr. Öðrencilerin burada gözleriyle görüp kulaklarýyla duyduklarýný, orada kelimeler, jest ve mimikler, kullanacaðýnýz araç-gereçler/materyaller aracýlýðýyla öðrencilerin zihninde canlandýrmak mecburiyetindesiniz. Bunu yapabilmek yaratýcýlýðýn yaný sýra, geçmiþten bugüne gelen yabancýlara Türkçe öðretimi birikiminin farkýnda olmayý gerektiriyor. Bu birikimi, bu iþi yapmaya talip olanlara sunacak/ulaþtýracak bilgi kanallarý oluþturmak, bunlarý geliþtirmek, bu alanda çalýþan bilim insanlarýnýn görevi.
Baþarýnýn yolu, galiba biraz da baþka bilim dallarýndan bu alana eleman devþirmekten vaz geçip bu alanýn inceliklerine vakýf uzmanlar yetiþtirmekten geçiyor.
(Not: 2018 Aðustos’unda Türk Edebiyatý’nda yayýnlanmýþtýr.)
Muharrem Dayanc hakkýndaki diðer yazýlar Gsterim: 2251 | E-posta
|