Son Yorumlar
Son Þans, Tekrarý 105 Yýl Sonra
Bilgi
Yazým içeriði ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazý olmuþ. E...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu þekilde, canlýlarýn hangi amaçla bayýltýðýný bilmeden ve s...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLÝ
ORADAKÝ YURTTAN ÞÝKAYET GELMÝÞTÝR BELEDÝYEYE BELEDÝYEDE GEREKE...
Yorumu Oku

Ak Parti'de deðiþim baþlýyor!
MÜTEAHHÝT
GEYVE TEÞKÝLATI TAMAMEN DEÐÝÞMELÝ MÜCAHÝTLÝKTEN MÜTEAHHÝTL...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüþtü
dileðimizdir
sayýn Murat Kaya; TCDD'nýn genen müdürü ile görüþürken H...
Yorumu Oku

 
Fethi Naci'den bir Ramazan anýsý
Perembe, 09 Mays 2019

FETHÝ NACÝ’DEN BÝR RAMAZAN ANISI

-“SEVAPTIR, GARÝPSÝNÝZ!”

 

Muharrem DAYANÇ

 

Cumhuriyet dönemi edebiyatýnda Nurullah Ataç gibi eleþtirmen kimliðiyle öne çýkan yazarlardan biridir Fethi Naci (1927-2008). Daha çok “toplumcu gerçekçi-Marksist” ve “izlenimci” eleþtirmen portresi çizen Fethi Naci, ailesi, yetiþtiði sosyal çevre, aldýðý eðitim, tercih ettiði yaþam tarzý ve siyasi tavýr ile ayrý bir dikkati hak eder.

Giresun’da okuma yazma bilmeyen bir anne babadan dünyaya gelen F. Naci, ekonomik açýdan dibe vurmuþ bir ailede hayata gözlerini açar. Bunun göstergelerinden biri, oðlunu üniversite eðitimi için Ýstanbul’a gönderecek olan baba “Karpuzcu (Ýbrahim) Fethi Aða”nýn, evinin en temel ihtiyaçlarýndan biri olan çamaþýr teknesini satmak zorunda kalmasýdýr. Ýlk ve orta öðrenimini Giresun ve Erzurum’da tamamlayan F. Naci, sonraki yýllar için kendisine yaþama alaný olarak Ýstanbul’u seçer.

Bu ilginç hayatý, devrin þartlarýný da göz önünde bulundurarak alýþýlmýþýn dýþýnda bir yaklaþýmla yorumlamak mümkündür. Bu yaklaþýmlar, dönemin Türkiye’sinin daha çok kör noktalarýna vurgu yapacaðý için, öncesiyle ve sonrasýyla Cumhuriyet döneminin nesnele yakýn bir fotoðrafýný bize verebilir.

Mehmet Âkif, Ziya Gökalp, Necip Fazýl, Nazým Hikmet gibi birçok yazarda görüldüðü üzere F. Naci de “devlet parasýz yatýlý öðrencisi” olarak eðitim hayatýný sürdürür. Üniversitede ise bir kamu bankasýndan “burs” alýr. Evveli olmakla birlikte, Cumhuriyet neslinin hemen hemen ortak paydasý olarak görülebilecek bu yatýlý mektepte okuma gerçeðinin en çarpýcý þekilde öne çýktýðý edebî hareket “Ýkinci Yeni”dir.

Fethi Naci’nin hayatýnda dikkati çeken diðer bir unsur, tipik bir Anadolu þehri olan Erzurum’da geçirdiði zamandýr. Erzurum ve parasýz yatýlý yýllarý farklý bir iklim ve coðrafyayý tanýmasýna zemin hazýrladýðý gibi, yazara, Asým Bezirci ve Oðuz Öðün gibi dostlar da kazandýrýr (Oðuz Öðün, Süleyman Seyfi Öðün’ün babasýdýr). Ýlk ve ortaöðrenim hayatýnýn ortaokul birinci sýnýfa kadarki kýsmýný Giresun’da, sonraki yýllarýný yatýlý olarak Erzurum’da tamamlayan F. Naci, bu þehirde Sami Nabi Özerdim, Ýzzet Deliçay ve Sýtký Dursunoðlu gibi nitelikli öðretmenlerle karþýlaþýr. Ayrýca, A. Hamdi Tanpýnar, N. Fazýl Kýsakürek, Mehmet Kaplan, M. Kaya Bilgegil ve Orhan Okay gibi yazar ve araþtýrmacýlarýn yolunun bir þekilde bu kente düþmesi Erzurum þehir/kültür tarihi açýsýndan bir zenginlik olarak düþünülebilir. Þinasi, Cemal Süreya, Sezai Karakoç örneklerinde görüldüðü gibi F. Naci’de de ekonomi tahsiliyle edebiyat meraký at baþý yürür. Ayrýca, maliye ve doða bilimleri okumanýn Þinasi’nin pozitivizme, Ýktisat Fakültesi’nde eðitim görmenin F. Naci’nin Marksizm’e giden yolunu kýsaltýp hýzlandýrdýðý da söylenebilir. Burada, Þinasi ve F. Naci’de olduðu gibi, kendi mesleklerinin yaný sýra edebiyata da hayatlarýnda yer açan Cenap Þahabettin, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Oktay Rifat Horozcu, Ziya Osman Saba, Cevdet Kudret Solok, Mehmet Çýnarlý, Hüsrev Hatemi vb. yazarlarý anmadan olmaz.

Fethi Naci’nin hayatýndaki en büyük kýrýlmalardan biri de evlat acýsýdýr. Yazarý ciddi bir travmanýn eþiðine kadar sürükleyen bu ateþ, Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid Tarhan, Halit Ziya Uþaklýgil,  Ali Ekrem Bolayýr, Reþat Nuri Güntekin, Halit Fahri Ozansoy, Ümit Yaþar Oðuzcan gibi yazarlarýn da yüreklerine düþmüþtür. Ýþsiz kalmakla birlikte yolunun bir þekilde hapishaneden de geçmesi devrin siyasi yönünü bize hissettirmesi bakýmýndan önemlidir.[1]

***

Fethi Naci’nin Ramazan’a olan ilgisi, bazý yazýlarýnda/anýlarýnda ruhaniyeti yaþanan bir hâl olmaktan uzak bir biçimde, sadece deðini boyutunda kalsa da, bazýlarýnda bu ayýn atmosferini -kýsmen de olsa- hissettirecek kadar derine iner. Babasýnýn “Ramazan gecelerinde zevkle ve tekrar tekrar anlattýðý”, annesinin “Bu kaçýncý anlatýþ?” diye serzeniþte bulunduðu, çocuk/genç F. Naci’nin “Anlat baba, anlat baba!” diye babasýný teþvik ettiði ve anlatýlanlarý can kulaðýyla dinlediði iki hikâyeyi ondaki Ramazan bahsinin deðini boyutunda kalan örnekleri olarak görebiliriz.

“Bunlardan ilki Ýstanbul’dan Kuvâyý Milliyeci Osman Aða kuvvetlerine, üstüne sap saman ve mýsýr örtülerek mavnalarla kaçýrýlan silâhlarýn hikâyesidir. Osman Aða, bu hizmetlerine karþýlýk, Ýbrahim Fethi’ye iki ev verici olmuþ. Ýbrahim Fethi de demiþ ki: ‘Evi neyleyeyim Aða? Biz genciz, verecek isen para ver ki, yiyip keyfimize bakalým!’ Ýkinci hikâye, Þebinkarahisar dolaylarýnda Rumlarýn býrakýp gittiði bir hazine ile ilgilidir. Çok topraklar kazýlýp çok aranýlmýþ o hazine. Eðer ‘baba’ o hazineyi bulsaymýþ...”[2]

Bu durum, Ramazan gecelerindeki hikâye anlatma geleneðinin Fethi Naci’lerin evinde de yaþandýðýný göstermesi bakýmýndan önemlidir. Anlatýlan bu hikâyelerin çok da dinî bir karakter taþýmamasý, burada üzerinde durulmasý gereken bir husus olarak görülebilir. Bu anlatýlarda maddî yönden sýkýntýlar içinde bulunan ailenin bu durumdan kurtulma isteði sezilir.

***

Sýra, Fethi Naci’nin, Ramazan ayýnýn ruhaniyetinin -az da olsa- hissedildiði “aný”sýnda.[3] Baþta “aný”nýn öznesi ve Giresun’daki ailesi olmak üzere, yolculuk yaptýðý araç ve araçtakiler, akþam ezanýyla birlikte durulan köy, iftar yapmak için mola verilen köyde kendilerine defalarca yemek gönderen gösteriþten uzak hane sahipleri, bu hanenin yemeði getiren temiz yüzlü ve mahcup genç kýzý, 1950’li yýllarýn Ramazan algýsýný deðiþik yönleriyle besleyen unsurlar olarak öne çýkarlar. 1951 yýlýnýn Ramazan ayý (6 Haziran - 5 Temmuz) tarihleri arasýna denk geldiði için, günler uzun ve hava sýcaktýr.

“Aný”, Onat Kutlar’ýn Bahar Ýsyancýdýr adlý kitabýndaki “Doðu V” baþlýklý yazýdan yapýlan bir alýntý ile baþlar: “Ayrýlýrken bir sepet üzüm getirdi genç kýz. Üstü asma yapraklarý ile örtülü. Bütün aile gülümseyerek uðurladý beni.” Bu cümle Fethi Naci’yi geçmiþe götürür ve aklýna Çehov’un “Güzeller”i ile Steinbeck’in “Kahvaltý”sýný getirir. Çehov’un hikâyesindeki “genç kýz” ile Steinbeck’in hikâyesindeki kahramanýn bir rastlantý sonucu hiç tanýmadýðý insanlarla yaptýðý kahvaltý ve bu kahvaltýyý anýmsadýkça bundan aldýðý “garip, ýlýk ve tadýna doyulmaz tat” F. Naci’nin zihninde birleþirler. Bu ruh hali, otuz altý yýl sonra bu “aný”yý bir kere daha yazarýn hatýrýna getirir, hatta kayda geçirtir. Bu giriþ, yazýnýn duygusal arka planýný okuyucuya hissettirdiði gibi “aný”yý kavrama noktasýnda da anahtar vazifesi görür. “Aný”lar dünyasýnýn kapýsý þu cümle ile açýlýr: “Onat Kutlar’ýn satýrlarý da bende ayný etkiyi yarattý. Ve yýllar öncesinin unutulmaz bir akþam yemeðini anýmsattý.” (s. 119) Ýkinci cümledeki “ayný etki” ve “unutulmaz bir akþam yemeði” ifadeleri yazýnýn son bölümünde F. Naci’nin iç dünyasýndaki Ramazan olgusuyla ilgili yapacaðýmýz yorumlarýn ana dayanaðýdýr.

“Aný”yý daha iyi anlayabilmek için bu zoraki yolculuðun kýsa bir özetini vermekte yarar var. Fethi Naci 1951 yýlý Nisan ayýnýn sonlarýna doðru Ýstanbul Yüksek Tahsil Derneði’nin kurucu ve yöneticileriyle birlikte tutuklanýr. Kendisi o zaman bir Orta Anadolu kasabasýndadýr (Konya Ereðlisi), gözlem altýna alýndýktan sonra kasaba hapishanesinde bir gece kalýr ve ertesi gün linç olma tehlikesini atlatarak buradan Sultanahmet Cezaevi’ne sevk edilir. Bir buçuk ay cezaevinde yattýktan sonra tahliye edilir. Ýþsiz ve parasýzdýr. Ankara’ya gidip tekrar iþe alýnýp alýnmayacaðýný öðrenmek ister. Fakülteden sýnýf arkadaþý olan Kâzým Türegün’den aldýðý borçla Ankara’ya gider. Ankara’ya bu ilk gidiþinde yolculuk bir günden fazla sürer ve Naci hatýrlamadýðý bir yerde bir gece kalýr. Kamu kuruluþu yazarý oyalar ve F. Naci yetkililerden net bir cevap alamaz. Trajedi tam da bu noktada baþlar: “Giresun’dan, baba ocaðýndan baþka gidecek yer kalmamýþtý. Oysa anam-babam, çalýþtýðým kuruluþtan aldýðým aylýklardan artýrarak yolladýðým parayla geçiniyordu ve þimdi ben onlarýn yanýna gidiyordum.” (s. 120) Bu sözlerden sonra F. Naci bir romancý gibi zamanda ileriye giderek, ailesinin durumunu da gözler önüne serer: “Gittiðimde gördüm: Babam, köylüler için yapýlmýþ bir pazar yerinde, belediyenin hoþgörüsüyle, günde bir ya da iki çuval kuru soðan satarak evi geçindirmeye çalýþýyordu.” (s. 120)

Ankara’dan Samsun’a dolmuþla gider, araba sýk sýk arýza yaptýðý için ancak ikindiye doðru bu þehre varýr. Samsun’dan Giresun’a otobüs yoktur. Ankara’da, planlanandan iki gün fazla kaldýðý için paralar suyunu çekmiþtir. Bu þartlarda geceyi Samsun’da geçirmek mümkün deðildir. Karaþýn Anadolu çocuklarýnýn çok da yabancýsý olmadýklarý bir çözüm gelir aklýna Naci’nin: “Birkaç kiþiyle birlikte bir yük kamyonuna, yüklerin üstüne binmek ve geceleyin Giresun’a varmak.” (s. 120)

Otostop yaparlar ve bir yük kamyonunun kasasýna binerler, aylardan Ramazan’dýr, iftar vakti yaklaþýnca kamyon þoförü Ünye ya da Fatsa yakýnlarýnda bir köyde, yol kenarýndaki bir kahvenin önünde durur. Kamyondakilerin çoðu oruçludur ve bu insanlar bir yerlerden tedarik edecekleri ekmek-zeytinle oruçlarýný açacaklardýr.

Fakir ama samimi bu sahnenin devamýnda “aný”nýn öznesinin iç dünyasýndaki dalgalanmalarla birlikte, gelecekle ilgili belirsizlik ve kaygýlarýnýn bütün çýplaklýðýyla ortaya konulduðu bölümü buraya almakta yarar var:

“Kahvenin önünde tahta masalarda oturuyorduk. Tam karþýda bahçeli bir ev vardý; bakýmlý, büyük. Yüksekçe bir duvar çeviriyordu bahçeyi. Batan güneþin kýzýllýðý evin üstünden bize doðru geliyordu. Aðaçlar, çiçekler. Her yan yemyeþildi. Ve sessiz. Sanki bir yeþil sessizlik ‘yaðýyordu üstümüze akþamdan.’ Bir yerlerden bir akarsu sesi geliyordu. Kuþlar, günün bitiþinin telaþýnda, bir yere yetiþeceklermiþ gibi, hýzla uçuyorlardý. Ve ben, o akþamüstü, bilmediðim bir köyde tanýmadýðým insanlarýn arasýnda, bir tahta masada, iþsiz ve parasýz, Giresun’da nasýl yaþayacaðýmý düþünüyordum. 141. maddeden hapse girmiþ biriyle kimsenin konuþmaya cesaret edemeyeceðini kestirebiliyordum.” (s. 120-121)

Tahta masadaki uhrevî hava, pek belli etmese de F. Naci’yi etkiler, fakat gelecek kaygýsý ve içinde bulunduðu ruh hali yazarýn duygularýný bastýrýr. Yazýnýn bu noktasýnda okuyucu hemen karþýdaki bahçeli büyük eve gösterilen ihtimama anlam veremez. Kuþlar, iftara yetiþmek isteyen insanlar gibi telaþlý telaþlý uçarlar. Akarsu sesine yeþil bir sessizlik eþlik eder. Yazar kendi küçük dünyasýnda debelenirken bazý oruçlular zeytin-ekmek alma/bulma derdindedirler, ama F. Naci’nin böyle bir derdi yoktur. Bütün bunlar olurken/yaþanýrken, orada bulunanlar için çok da umulmayan ama bu topraklarýn Ramazan ayýna yüklediði manevî havaya uygun bir hadise gerçekleþir: “Birden karþýdaki evin kapýsý açýlýr, on beþ, on altý yaþlarýnda, temiz yüzlü bir kýz çocuðu, elinde bir tepsi, üstünde yemekler, kahveye doðru yürümeye baþlar. Hafif mahcup, gülümseyerek, ‘Evden yolladýlar.’ der. Tepsideki yemekler herkese yetmediði için iki kere daha eve gidip yemek getirir. Oruçlular, zeytin-ekmeklerini býrakarak gelen yemekleri yemeye baþlarlar. Kýz çocuðu F. Naci’ye yemeðini herkesten sonra verir. F. Naci teþekkür eder. Baþýný yana eðen genç kýz ‘Sevaptýr, garipsiniz!’ der.” (s. 121) Çekingen/uzak duran tavrý ve yemeðin kendisine en son gelmesi/verilmesi gibi unsurlar Fethi Naci’nin oruçlu olmadýðýný gösterir, ama bunun bu duygusal atmosferde bir önemi kalmaz. Çünkü, metnin yazarý için de, bu hadiseye tanýk olanlar için de, okuyucu için de bütün bu ayrýntýlarý gölgede býrakacak bir sahne ortaya çýkmýþtýr. Oruç tutanýyla tutmayanýyla tam da orucun ve Ramazan’ýn insanlarýn ruh âleminde uyandýrmasý hedeflenen duygu iklimi filizlenmeye baþlamýþtýr. Anadolu’da bir hane halký, kendi orucunu-iftarýný bir kenara býrakarak, nereden gelip nereye gittiklerini bile bilmedikleri insanlara (Tanrý misafirlerine) gönlünü açmýþ, onlarla sofralarýný paylaþmýþtýr. Hem de verirken bile mahcup, gösteriþsiz ve sadece Allah rýzasý için.

Metnin yazarý eve dikkatle bakar ama pencerelerde kimseyi göremez.

“Hadi bakalým!” der þoför, hep beraber kalkarlar ve tekrar kamyon kasasýna doluþurlar.

Fethi Naci yirmi bir yýl sonra, 1972’de ayný yoldan bir kere daha geçer. Sahil yolu yapýlmýþ, yol kenarýndaki birçok ev yýkýlmýþtýr. O evi bir daha göremez, ama “Sevaptýr, garipsiniz!” sesinin yankýsýný, yuvalarýna hava kararmadan varmak isteyen kuþlarýn kanat çýrpýþlarýndan, sisli daðlardan denize doðru hýzla yol alan akarsularýn telaþýndan, yeþilin her tonunun renklerin çýrpýnýþýný andýran ve nihayetinde tefekküre varan dalgalanýþýndan bir kere daha duymuþtur. Evler yýkýlmýþ, yollar geniþlemiþ, insanlar deðiþmiþ ama genç kýzýn, saflýðýn ve samimiyetin sembolü olan bu iki kelimesi yazarýn iç âleminde yaþamaya devam etmiþtir.

Kendisi açýk açýk söylemese bile, metnin satýr aralarýndan sýzan ifhâma istinaden, Fethi Naci, bu ilginç Ramazan “aný”sýnda “oruçsuz”dur. Yer, içer ve genç kýza teþekkür eder. Dönemin toplumcu gerçekçi-Marksist bir aydýný olarak, sadece kelimeler dünyasýnda da olsa, maddî duygularýn ötesine geçmez ve “aný”sýnda tek bir kelimeyle olsun bu etkileyici Ramazan sahnesinin manevî yönüne vurgu yapmaz. Oysa ortada yaþanan hâl, Ramazan’ý Ramazan yapan hâllerden ibadet aþkýyla gerçekleþen bir rýzýk paylaþýmý hâlidir, bir “Ramazan neþ’esi”dir. Bu hâlet-i ruhiye, Marksist Naci’nin anlamayý ve paylaþmayý deðil, içine girmeyi bile denemediði bir “neþ’esizlik” ve ruhsuzluk durumunu ortaya çýkarýr onun açýsýndan. Anlatýlan, yalnýzca “aç”larýn karnýný doyurmak için gönderilen bir yiyeceðin “paylaþým”ýndan doðan tatmin ve yüzeysel santimantalizmdir. Bu ise Fethi Naci açýsýndan derin bir “nasipsizlik” tablosunu ortaya kor.

Oysa biz Yahya Kemal’i de benzer bir tablo içinde hatýrlarýz “Atikvalde’den Ýnen Sokakta” þiirinde… Orada da Yahya Kemal “oruçsuz ve neþesiz”dir. Ancak Yahya Kemal’in bu hâli, bir yüzeysel duygusallýðýn çok çok ötesine uzanýr ve onu bir nedametin eþiðinde aidiyet þuuruna ulaþtýrýr:

“Tenhâ sokakta kaldým oruçsuz ve neþ'esiz.

Yurdun bu iftarýndan uzak kalmanýn gamý

Hadsiz yaþattý rûhuma bir gurbet akþamý.

Bir tek düþünce oldu tesellî bu derdime;

Az çok ferahladým ve dedim kendi kendime:

"Onlardan ayrýlýþ bana her an üzüntüdür;

Madem ki böyle duygularým kaldý, çok þükür."

 

Not: Bu yazý geçen yýl yayýmlanmýþtýr. Bilgi için bkz. (“Fethi Naci’den Bir Ramazan Anýsý ‘Sevaptýr Garipsiniz’, Üsküdar Kültür, Sanat ve Medeniyet Dergisi, Sayý: 6, 2018/1, s. 135-140.)



[1] Bu özet ve deðerlendirmeler için bkz: (Fethi Naci, Dünya Bir Gölgeliktir -Aný-, YKY, Ýstanbul 2002, 176 s).

[2] Mehmet Seyda, “Fethi Naci”, Edebiyat Dostlarý, Kitaþ Yay., Ýstanbul 1970, s. 302.

[3] Fethi Naci, “Bir Aný”, Gücünü Yitiren Edebiyat Eleþtiri Günlüðü II (1896-1990), YKY, Ýstanbul 2002, s. 119-121.


Muharrem Dayanc hakkýndaki diðer yazýlar
Gsterim: 2121 | E-posta

lk Yorumu Siz Yazn
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Ltfen Yorumlarnz Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kiisel Szl Kelimeler Silinecektir.
Adnz:
Balk:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Gvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazlan Yorumlar Hakknda E-Posta Araclyla Bilgilendirilmek stiyorum

Yazdr E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.