Bir þiiri var Nazým’ýn “Lehistan mektubu” isimli.
Okudunuz mu bilmiyorum. Ama ben ne zaman okusam bilin ki; “Ben Adapazarý’ndan çok-çok ama çoook uzaktayým”dýr. Uzakta olduðumda okurum zaten o þiiri. Adapazarý ve çevresi coðrafya gelir aklýma. Sapanca, Poyrazlar, Hasandaðý, Geyve köyleri, Pamukova köyleri, Taraklý köyleri gelir, Karasu köyleri, Söðütlü-Ferizli köyleri gelir gözümün önüne. Diyeceksiniz ki; hadi Adapazarý’ný, Sapanca’yý, Poyrazlar’ý anladýk anlamasýna da Geyve köyleri, Pamukova köyleri, Taraklý köyleri, Karasu köyleri, Söðütlü-Ferizli köylerini ne biliyorsun da gelsin gözünün önüne. Bir de “Hasan Daðý” yani “Ýl Ormaný” ve o emsalsiz yeþilliði, yeþilin onlarca tonu gelir, baktýðým her þeyin öncesinde. Siz bilmezsiniz; Dedem Ahmet Niyazi Efendi ile Babam Metin Niþancýk, Ýl Ormaný için “Ben Ýl Ormaný, mesire yeri bilmem benim bildiðim Hasan Daðý’dýr; oranýn adý Hasan Daðý.”. Doðru bilmeyenler bilmez. 27 yýl 9 ay 21 gün süren memuriyetimin tamamýný memleketimde geçirdim. 1984 yýlý 24 Aðustos’unda Erkal Etçioðlu imzasý ile baþlayan memuriyetimin askerlik sonrasý günlerim ve hizmetim, Çaybaþý Yeniköy, Karasu, Yuvalýdere, Limandere, Kurudere Belediyesi’nde geçti. 1997’de Ýl Özel Ýdaresi’ne geçtikten sonra görev yerim Kaynarca Ýlçe Özel Ýdare Müdürlüðü görevi oldu; 1999 Adapazarý Depremi ardýndan da 2000 yýlý Ekim ayýnda da Ýl Merkezi’ne geçtim. 2001 yýlýnda þimdi Edirne Valisi olarak görev yapan Hasan Duruer’in Sapanca’da göreve baþlamasý ile Sapanca’ya Ýlçe Özel Ýdare Müdürlüðü’nde göreve baþladým. 2005 yýlý Ekim’inde þimdi Nevþehir Valisi olarak görev yapan dönemin Sapanca Kaymakamý Mehmet Ceylan’dan beni merkeze almak istediðini belirten þimdinin Hakkâri Valisi Orhan Alimoðlu’nun isteði üzerine ikinci kez merkez binada görev aldým. Ýþte daha önce fýrsat buldukça dolaþtýðým ilçelere baðlý köyleri “her gün görme alýþkanlýðý”m baþladý. O yýl hükümetin “KÖYDES PROJESÝ” ilk kez uygulanacaktý ve bu görevleri teknik elemanlarýn yapmasý gerekiyordu. Bende bir teknik elemandým ve bu göreve bende dâhil edildim; hatta Ýl Özel Ýdaresi kendi kadrosunda bulunmayan “teknik personeli” henüz tam bileþme olmadan Köy Hizmetleri’nden almaya baþlamýþtý. Oluþturulan kadro ile Ýnþaat Mühendisi Musa Altýnsoy ile birlikte “Kaynarca-Ferizli-Söðütlü” ilçeleri köylerinden teknik ve idari olarak sorumlu-denetçi olarak baþlayan görevimi de her gün köylerde idim. Dönemin Söðütlü Kaymakamý Bayram Ali Köse ve Ferizli Kaymakamý Selda Dural ile ilçelerin baðlý köylerinde çok baþarýlý hizmetlere birlikte imza attým. Dönemin Söðütlü Kaymakamý Bayram Ali Köse günümüzde Sakarya Vali Yardýmcýsý ve Ferizli Kaymakamý Selda Dural’da þimdinin Balýkesir Vali Yardýmcýsý ve Balýkesir Havaalaný Mülki Ýdare Amirliði görevini baþarý ile yapan baþarýlý bürokratlar durumunda. Hepsine hakkýmý helal ediyorum. “Hakkým” adýna helallik verdiðimi bildiðim adýný saymadýklarým da var elbet… Geride kalanlar için bir þey demek istemiyorum; kýsmen “helal ettiðim” var amma etmediðimde.
2006 yýlýnda da hükümetin “KÖYDES PROJESÝ”ne ilaveten baþlattýðý “BELDES PROJESÝ” ile de ile baðlý merkez ve ilçe-belde belediyelerinin tamamýnýn yani 26 adet ilçe ve belde belediyesinin yatýrým dosyalarýnýn “tek denetçisi” olarak ikinci bir göreve tevdi edildim; Sayýn Alimoðlu tarafýndan. Bu görevin sýrasýnda da bütün ili ve ilçelerini ve hatta beldelerini, köylerini daha yakýndan tanýma fýrsatý buldum. Bütün ilçeleri ve köylerini gezmeyi býrakýn yeni-yeni dostlar edinmeye baþladým, köyleri daha yakýndan görme, doðal ve tarihi güzellikleri yakinen hissedebilme imkânýný buldum. Baþarý ile hem KÖYDES hemde BELDES çalýþmalarýmý ifa ettiðime inancým sonsuz. Gittiðim köylerde bir yandan görevimi yaparken diðer yandan da bilmediðim coðrafyayý tanýma þansýný elde ettim. Anlayacaðýnýz 430 küsur köyün ve kýrka yakýn belde merkezini eksiksiz tanýma, gezme ve imkânlarýný yaþadým…
Kýzýlgöbet Sýrtý’ný da bu gezmelerimden birinde görme fýrsatý buldum desem yalan olmaz. Sanýrým senesi 2007 olsa gerek. Aylardan Temmuz, hatta ilk günleri, “güneþ yumurtayý koysan asfalta piþirecek kadar kýzgýn ve yakýcý”. Ýþyerinden mesai arkadaþým Mesut Ertürk yýllýk izine çýkmýþtý; bir 20 gün kadar da gelmeyecekti. Memleketi Sivas, yolu uzun bir yýl boyunca görmeyeceði insanlarý yýlda ya bir kere ya da en fazla üç kere görme fýrsatý oluyordur; 20 günde bir insan neyi ne kadar sýðdýrýr ki. Kime ne kadar zaman ayýracak, kiminle ne kadar görüþecek ya da kimde ne kadar kalacak. Gurbet memurunun en büyük handikabý bu. Hele görevin çok önemli ise… Hele görevin asfalt ise, tarla yolu ise, stabilize yol ise… Falan ise filan ise izninde o kadar hýzlý akmakta ve son gün gelip çatmakta. Mesut Aðbi’de iþte böyle bir izine ayrýlýnca baktýðý ilçe olan Geyve, Taraklý ve Hendek’e ben bakmak zorunda kaldým. O günlerde asfalt atýlýyor; Resul Þenel, Geyve Özel Ýdare Müdürü, aðýrlýklý olarak o meydanda bir de yanýndaki o genç. Adý Ulaþ; sonradan Maden Mühendisi çýktý, bir özel firmada iþe baþladý, bu defa Özel Ýdare’de karþýlaþýr oldum onunla. Araziye birlikte çýkýyoruz kimi günler, kimi günlerde sadece kendim. Ýþte o yalnýz olduðum günlerden biri idi; Akseki’den Soðuksuya kadar gidiþim. Yanýmda þimdilerde emekli olmuþ, Köy Hizmetleri’nden Hasan Aksoy, þoför olarak. Nam-ý diðer “Kara Hasan”. Bilenler bilir; iyidir hoþtur… Çalýþkandýr, çalýþýr… Kaytaranlardan deðildir anlayacaðýnýz. Görevine sadýk; þimdi “çamaþýr yýkama” iþi yapýyor. Ama sadece fýrýnlara hizmet vermekte. “Pasa bezi”, “hamur bezi”, “iþçi tulumu” gibi sektöre ait malzemeleri yýkamakla meþgul; iþi iyi… Yabana atýlmaz bir aðýrlýðý var sektöründe. O dedi bana o gün orasýnýn “Kýzýlgöbet Sýrtý” olduðunu. “Göbet”inde “suyu biriktirmek için önüne yapýlan set” olduðunu o anlatmýþtý, dili döndüðünce. Ona da Köy Hizmetleri Eski Yol Müdürü Celal Albayrak söylemiþ; “O iyi bilirdi bu tip þeyleri, onda “Köy Hizmetleri Teknik Sözlüðü” var, oradan biliyor” diye de eklemiþti. Arazi dönüþünde meraklanýp akþam internette kaynaklara baktým; hakikaten de karþýma anlamlarýndan biri “suyu biriktirmek için önüne yapýlan set” olarak çýkmýþtý. Hatta “Göbet”in Denizli Acýpayam, Aydýn-Bozdoðan ve Muðla-Yataðan’da “lohusa ziyaretine gidildiðinde ikram edilen yiyeceklerin tümü” olduðunu; akarsu yataklarýndaki derin, derince yer, burgaç, su çevirisi, yapma gölcük, çökük, göçük olan anlamlarýna geldiðini de böylece bu baktýðýmda öðrenmiþ olmuþtum. Hatta ve hatta Bolu’nun Mudurnu ilçesi Örencik ve Ýðneciler Köylerinde ayný kelimenin “orman ya da çalýlýk alanda kesilerek açýlan tarla” , Ankara’nýn Ayaþ’ýnda “kýsa boylu, þiþman, göbekli”, Eskiþehir’in Seyitgazi ilçesi Yukarýsöðütönü Köyünde “basýk, kapalý az ýþýk alan yer” anlamlarýnda da kullanýldýðýný öðrendim. Aslýnda bilgi fazlalýðý, kirliði yapacak diye korkuyorum ama bunu da yazmak isterim. “Göbet” kelimesinin bir de “göbette” olarak kullanýlan hali varmýþ. O da Antalya’nýn Alanyasýnda “taþlýk alanlarda taþýn az olduðu seyrek görüldüðü yerlerdeki birkaç metrekarelik toprak parçasý” ve “su basmayan tarla” olarak kullanýldýðý hali. “Göbete”yi unutmuþ deðilim. Hani þu “yalancýsý, tavuklusu”, tatlý olarak yapýlan meþhur Tatar ve Çerkez Mutfaðý tadý olanlarýnýn adýdýr, o da. Ne güzel deðil mi? Gezerken gezdiðiniz yeri görmenin yanýnda, gezinilen yerin ayrýntýsýný, onun beraberinde bilmediðiniz neleri öðreniyorsunuz. Boþuna dememiþler; “Çok kitap okuyandan çok gezen bilir” diye. Öyle ya, kitap okuyan özellikle gezi kitabý okuyan kitabýn yazarýnýn sadece gezdiði yerleri öðreniyor. Ama bizzat gezen gören o yazarlarýn görmediði neleri görüp, yerinde öðrenme fýrsatý biliyor… Bu benim fikrim olmakla birlikte bu konuda kiminle konuþtumsa da katýlýmý fazla olan da bir fikir ayný zamanda.
Evet, nerede kalmýþtýk, bütün bunlardan sonra. Hah þimdi hatýrladým, laf aramýzda unutmamýþtým ama sözün geliþi yazdým bunu buraya; Nazým’ýn “Lehistan Mektubu” þiirinde, tabii ki. Ne diyor Nazým o þiirde “ýþýðýnda þahin olup uçasýn gelir/deresinde sazan olup yüzesin gelir/yeþili çið-çið yiyesin gelir/bizim oralarýn baharlarý böyledir/sesin var mý, yok mu bakmaz/zorla türkü söyletir/uykunda bile yakaný býrakmaz girer/düþüne girer/güneþlerle yüklü dallar...” Daha ne desin, Allah aþkýna, daha ne desin? Demiþ adam diyeceðini zaten. Bunu okuyunca “memleketine âþýk olmaz mý insan olan insan”…Olur deðil mi? Olur, olur… Olmaz olur mu? Aynen öyle bir durumla karþý karþýyayým þuan. Akseki’den yola çýkýp Soðuksuya gitme yolu üzerinde bulunan bir “Kýzýlgöbet Sýrtý”nýn varlýðý bakýn bizleri nerelere aldý götürdü bile. Memleketimizin yeþili, çiçeði, ormanlarý, dereleri, bayýrlarý, tepeleri ve yazlarý insaný nelerle buluþturmakta öyle deðil mi? Nazým’ýn þiirindeki gibi bir coðrafyanýn yaþayaný olmak, o coðrafyanýn insanlarý ile ayný havayý solumak, ayný soðuk suyunda serinlemek ve ayný kaderlerde ortak olmak bambaþka bir haz olsa gerek. Ýnsan ne diyeceðin, ne yazacaðýný þaþýrýyor.
Kýzýlgöbet’ten yaya olarak elimde metre, diðerinde kâðýt-kalem vuruyorum ileri doðru kendimi. Sýyrýldýn mý, döndün mü saða hafiften karþýna kocaman ve seri bir kaya grubu çýkýyor, korkma. O kadar korkutucu deðil, bunu görünce hoþuna gidecek, beðeneceksin ve “keþke her kaya bu kadar haþmetli olsun” diyeceksin. Diyeceksin ki hemen adýný soracaksýn, týpký benim yaptýðým gibi. “Adý ne bu kayanýn, Kara Hasan”. Saða-sola bakýnmasýndan anladým bunu bilmediðini… Kýsa bir süre sonra da patlattý, palavrayý “Haþmetkaya” diye. Ýnanmadan, insanýn inanasý gelmeden “Atma Hasan; din kardeþiyiz” diyesi gelir ya, bende dedim onu iþte. Sonra ben bunu “Celal Aðbi’ye sorarým” dedim. O bana adýný söyler diyerek ayrýldým oradan. Sonra öðrendim ki; masasýnýn çekmecesinden çýkarttýðý haritadan baktý, söyledi : “Terzikayasý” diye, hemen güneyden arka dibinde de “Derekazuk Çeþmesi” olduðunu söyledi. Suyunun soðuk olduðunu, yazýn ortasýnda bile karpuzu çatlattýðýný, bardaklarý kýrdýðýný da söyledi. Gülmeye baþladým, Celal Aðbi “o nasýl isim” dedim öyle diyesi. Sonra tekrarýndan da “isme bak” dedim kendi-kendime “hadi dere bildiðimiz derede kazuk ne ola acaba”. Acele etmemem gerektiðini söyleyerek onu da söyledi; “kazuk” Divan-ý Lügat-it Türk’te “kazýlmýþ”, Tarama Sözlüðü’nde de “kazýk” anlamlý. Vah bana vah ki ne vahlar. Yazýk bana yazýk ki ne yazýklar… Haddi hesabý yok vah’ýnda; yazýðýnda. Hafiften yorulmaya baþladýðýmdan arabaya binmek istedim, tam binecektim ki susadýðýmý nereden içebileceðimizi sordum Hasan’a. “Burada bir su var ki Ýrfan Bey” dedi Hasan, “gel sana içireyim ama saðdan bir iki yüz metre gitmemiz lazým” dedi; tamam dedim daldýk yola. Yol tarla yolu ama güzelce açýlmýþ, dolgusu yapýlmýþ, birkaç yerinde engebesi kasisi kýþtan kalan tekerlek izleri var ama rahatsýz edecek kadar deðil. Bir iki yüz metre kadar gittikten sonra bir aðacýn altýnda gördüm o çeþmeyi, mevsimin yaz olmasýna raðmen bir hayli fazlaca akmakta. Üzerinde bir tahta, tahtada da kalemle deðilse bile ince fýrça ile yazýlmýþ bir yazý. “Martallýk Çeþmesi”. Bugün o tabela orada duruyor mu bilmem ama o gün bana özel yazýlmýþ olacak hali yoktu herhalde. Hem susayacaðýmý nereden bilecekler ki; belli ki orada birileri bu çeþmenin adýný koymuþlar bunu da tabela ile sabitlemiþler.
Gerçi sonralarý baktýðýmda çeþmenin adýnýn bu olduðunu da gördüm ama gördüðüm isim “Martarlýk” olarak karþýma çýkmýþtý. Doðrusu hangisi bilmiyorum ama benim doðruluk meyilim orada yazýlý olarak gördüðüm olan “Martallýk Çeþmesi”. Bakalým “Martallýk” ne anlama geliyor. Baktým ki ne göreyim “martal” Türkiye Türkçesi Aðýzlarý Sözlüðü’nde “boþ, yalan, yanlýþ sözler” anlamýna gelmekte ve Balýkesir yöresi köylerde fazlaca kullanýlmakta; hatta ayný ilin bazý ilçeleri ve köylerinde “martaluz” hali varmýþ ki onun anlamý da “casus, ajan”. Bunun “martaloz” hali de bulunuyormuþ o da “çift cinsiyetli”nin Muðla Fethiye ilçesinin Kýnýk köyü yerel aðzýnda kullanýlmaktadýr. Terzikayasý’nýn yol üzerinde çapraz karþý tarafýnda soluklanalým istedim; Hasan durdurdu arabasýný. Geri sol ardýmda býrakarak yoluma devam ediyorum, bu arada gömlek terden su içinde kalýyor. Nefes alýrken bile týkanmayý býrak öleceðini sanýyorsun. Sað tarafýmda hafiften evler görmeye baþlýyorum solumda da yine bir kaya grubu. “Hacet Kayasý” diye atlýyor, Kara Hasan daha adýný sormadan. Bunun adýný da Musa Bey’den öðrendiðini söylüyor; bahsettiði Musa Altýnsoy, Köy Hizmetlerine Bayýndýrlýktan geçme. Özel Ýdare-Köy Hizmetleri birleþmesi öncesinde kanalizasyon ve basit onarýmlara bakýyor. Ýþi de, sorumluluðu da oldukça fazlacana. Kolay deðil yaptýðý iþler; önemli sayýlacaklardan. Bütün onlarýn yaný sýra bir de lojmanlarda yapýlacak onarýmlarýn ekibi de ona baðlý. Alýþtýrmýþ kendini, lojmanda da oturuyor; akþamýn mesai sonu, cumartesi-pazarýnda varlýðý-yokluðu pek belli deðil; onun için. Çalýþkan ve sorumluluðunun bilincinde, hep de öyle görmüþtüm onu, daha öncesinden tanýþýklýðýmýz; iþinde “ciddi” ve “sorumluluk bilinçli”. Bravo doðrusu. Ama kýymeti bilinmez, o göreve baðlýlýklarýn, kýymeti bilinmez sýnýrsýzca saatlerce fazladan çalýþmanýn ve dertleri dert edinmenin kýymetleri bilinmez. Ne yaparsanýz yapýn; o gün orada kalýr. Terzikayasý ile Hacet Kayasý’nýn arasýndan bir yol ayrýlýyor sola. O yolun devamý “Ahibaba Köyü”. Orayý önceden biliyorum; türbe var orada adý “Ahibaba Türbesi”. Geyve’nin ve çevresi coðrafyanýn sayýsý bilinmeyenler ile birlikte ortada görünen onlarca türbesinden biridir, Ahibaba Türbesi. Yolunun üzerinde de “Sukayasý Tepesi” ve maden suyu. Maden suyu acayip tuzlu ve sýcak; boyuna kaynamakta… Bir de mesire yerine yakýn… Aðaçlarýn gölgesi banamýsýn diyen sýcaðýn ortasýnda bile “gölgelik”te kusursuz. Gölgede oturdukça oturasýnýz, oturdukça uyuyasýnýz, uyudukça da bir ömür oracýkta kalasýnýz gelir. Demeyecektim ama demek isteyeceðim geldi, türbeler için birkaç söz demem gerekiyor, çünkü. Özellikle Geyve Coðrafyasý Türbeler için sahipsiz ifadesini kullanmak isterim. Sahipleri bulunduklarý köylerdir, bakýcýlarý bulunduklarý köylerin cami cemaatleridir; maalesef bu böyledir. Bunu “Hece Sultan Türbesi”nde de gördüm, daha önce “Arapbaba Türbesi”nde de, “Dýþdedeler Türbesi”nde de ayný þeyi gördüm, ayný ilgisizliði bu defa burada “Ahibaba Türbesi”nde de gördüm, üzüldüm. Hâlbuki bir þiir ne kadar güzel söylüyor onlar için. Bakýn bak neler yazýlmýþ türbeler için. “Türbeler tarihten canlý izler / Yazýlsaydý hakikatler, raflarýndaki / Kuru kalabalýklarý kusardý, kütüphaneler / Türbeler, mutlak sonun habercisi! / Anlayana ibreti âlem! / Anlamayan; dünyaya çivi çakma sevdasýnda / Dünyayý üstüne de tapulasan, sonun ölüm ey âdem!” Durun daha bitmedi devamýnda daha neler yazýlmýþ ayný þiirde. Yazanýn kalemine saðlýk olsun.”Türbeler; görüþ mesafesi kýsa, aklý havayla dolu olanlara/Sadece, bir gezinti yeri/Fotoðrafý, çekilmeye deðer bir manzara resmi/Gönül frekansý açýk, görüþü engin olanlara/Kitaplar dolusu bilgi, hayatýn en canlý karesi/Okuyup üflemek, örtüsüne yüz sürmek/Deðil marifet/Türbeleri anlayabilmektir marifet!” Yukarýda yazmýþtým bir kere daha yazýyorum daha ne desin, Allah aþkýna, daha ne desin þair-yazar, kalemþor daha ne desin. ? Demiþ diyeceðini, yazmýþ yazacaðýný. Ayný yolun ana yola çýkýþýna çýkýp Taraklý yönüne yöneldiðinizde saða bir yolu girdiðini görürsünüz hani evlerinin Hacet Kayasý ile birlikte görüldüðü noktadan göründüðü yerdir, orasý. Oranýn adý da “Üçörenler” Mahallesi. Bu mýntýka hemen her sene kýþýn yaðan yaðmurlarla “heyelan”ýn fazlaca olduðu yerlerden sayýlýyor. Heyelanlar kimi uzun süreli anýnda müdahale edilirse kýsa süreli trafiðin kapanmasýna neden oluyor. Benim Özel Ýdare’de çalýþtýðým yýllarda birebir heyelanýna þahit olduðum olmadý ancak önceki yýllarda çokça heyelan vakasý meydana gelirmiþ, Celal Albayrak öyle anlatýrdý. Üçörenler Mahallesi’nin çok arkalarýnda bir ulu tepe var, tepe de deðil ona “dað demek gerekir”. Bu daha doðru bir ifade ama nedense adý tepe kalmýþ. “Bakacak Tepe”dir o tepenin adý. O tepe ki; Kaynarca’da ilçenin en yüksek noktasý olarak Ferizli ilçesi ile ortak sýnýr haline gelen ve oluþturan “Oflak Daðý”nýn 353 metre yükseklik ile ilin en yüksek daðlarýnýn arasýnda sayýlmasý yanýnda her nedense bu gördüðüm yükselti 680,01 metrelik rakýmý ile “tepe” olarak anýlmakta. Haritalarda da öyle gösteriliyor. Bunun yanýnda Oflak Daðý ve hatta ki Çam Daðý 880 metre ile Kocaeli sýnýrýndaki meþhur Keltepe 550 metre ile “dað olarak anýlýr”ken “Bakacaktepe”nin “tepeliði”nin kabahatlisi kimdir, bilinmez. Bana bundan sonra sorarlarsa “Ýlin Daðlarý”ný ilk sayacaðým beþ daðýn arasýnda yerini alacaktýr,”Bakacak”. Yok, yok adýný deðiþtirdim, adý bundan sonra “Bakacak Daðý”. Siz ister kabul edin ister etmeyin… Ýlki ve en yükseði 1543 metre ile “Keremali”, ikincisi 1467 metre ile “Karadað”, üçüncüsü 900 metre ile “Fýndýktepe”, dördüncüsü 880 metre ile “Çam Daðý” beþincisi de 680,01 metre ile “Bakacak Daðý”… Fýndýktepe’nin adýný da “Fýndýk Daðý” koyuyorum ve kaynaklarýma bu þekilde kayýt altýna alýyorum. Nedir bu tepelerin çektiði “dað olma yolu”nda haberleri olmadan. Kimin nereye ne isimle neyi kaydettiðini hissetmeden yükselirler, ululuklara.
Yine bir “isim babalýðý” daha yaptýk ama iyi oldu hani-yani. Kulaðýna da fýsýldadým “Bakacaktepesi”nin yeni adýný. Üç kere hem de. “Senin adýn Bakacak Daðý, senin adýn Bakacak Daðý, senin adýn Bakacak Daðý” diye. Artýk ne yaparsanýz yapýn size “senin adýn ne bakalým, söyle bana” diye sorduðunuz da vereceði cevaptýr ”Bakacak Daðý”. Bu böyle biline, yapacak pek baþka bir þeyde yok zaten. “Konuyu tadýnda býrakalým” diyerek devam ediyoruz yolumuza. Önümüze çýkan ilk yere gitmek üzere yaklaþýk 3 bin 500 metre yolumuzun olduðunu söylüyor, Kara Hasan. “Oraya kadar yürüyerek gidilmez, güneþin alnýnda, bu sýcakta. Arabaya binelim” diyor. Aslýnda benim binmemi istiyor, kendisi zaten arabada, arkamdan geliyor. Ben yol geniþliði ölçüyorum her elli metrede bir. Ataþman haline getiriyorum, yapýlan imalatlarý. Asfaltýn hemen her metresini ve yapýlan imalatý görmek gerekiyor, nerede ne kalýnlýk olmuþ; bilmek ve not haline getirmek gerekiyor. Ödemesi sýrasýnda bu ölçümler kullanýlacak çünkü. Söz dinleyip biniyorum arabaya “ama yavaþ kullan, saðý-solu göreyim” diyorum. “Tamam” diyor ve yavaþça devam ediyor, yoluna; Kara Hasan. Bir on dakika kadar sonra “Hacýmuharremler Mahallesi”ne geliyoruz. Mahalle yolun hemen sýfýr hattýnda denilecek kadar yakýnýnda. Hacýmuharremler Mahallesi’ni ardýmýzda býrakýrken 21 ayrý noktada ölçüm deðeri aldýðýmý ve dokuz menfezi geçtiðimi not alýyorum. Mahalle çýkýþýnda geçtiðim iki menfezin ilkinin altýndan akan derenin “Deðirmen Deresi” ikincisinin de “Yelkesi Deresi” olduðunu sonradan öðreniyorum. “Yelke”nin ne anlama geldiðini merak etmiyor deðilim, sonra bakýyorum ne anlama geldiðine. Öðreniyorum ki; “Yelkesi” aslýnda yel kesiðinin yerel aðýzla söylenir hali; aslý yel kesiði yani. Benim aklým “Yel Kesiði”nden çok “yelke” halinde. Bakýyorum, yelke, Adana ve Gaziantep yöresinde “yele”, Eskiþehir’in Sivrihisar ilçesi Gecek köyünde, Zonguldak’ýn Safranbolu ilçesi Aðaköyünde, Çankýrý’nýn Ilgaz ve Kurþunlu ilçesinde “daðýn doruða yakýn bölümü” anlamý ile kullanýlýyor. Bitmedi dahasý var; Bolu’nun Mudurnu ilçesi Ýðneciler Köyü’nde “boyunduruðun hayvan ensesine denk gelen yeri”, Samsun’da “tütün yapraðýnýn kýyýsý”, Eskiþehir ve Tokat’ta “kandýrmaca”, Malatya’da “atýlmýþ pamuk” ve Antakya- Hatay’da da “balýk yüzgeci”nin yerel aðýzla kullanýlýr halidir. Yozgat ve çevresi coðrafyada da “kýþkýrtmak”ýn karþýlýðý “yelkelemek” olarak yer bulmaktadýr. Sakarya’nýn Geyve’sinde “yelke” hangi anlamý ile kullanýlmýþ olabilir ona da siz karar verin istedim. Zira ben bu kadar anlam çeþitliliði içinde bir karar veremedim. Bir ipucu “daðýn doruða yakýn bölümü” sanki.
Eski kuþak emekliler; emekli olunca “bir kenara çekilir”; ayaðýný uzatýrdý, kahvesine, camisine, mezarlýðýna ve cumasýna giderdi. Göz önünde olurdu. Gerçi ben hiçbir þeyden kopmadým ama neylersiniz ki moda mý ne þimdi ki emekliler havai. Hem de ne havai. Oðlum bekâr, yaþým genç daha yapacak çok iþim var… Onlar ile ilgili iþlerimiz için onlara da saðlýklý bir beden gerekiyordu; saðlýðýmý bozmadan… Gerçi o da bozuk ya. Adama doktor sormuþ “Neyin var evladým” diye. Adam da “Kalp, tansiyon, þeker. Aman dikkat et doktor tutacak kadar da saðlam ol, az sonra yanýnda toprak çeker” misali. Bizdekiler de öylesi. Ama bu can sað olduðu sürece gezmeye-yazmaya devam…
Tekrar buluþmak ve karþýnýza çýkmak üzere Allaha Emanet Olun…