Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Sapanca 'Gıcıran'dan Karaçam’a
Pazar, 21 Temmuz 2013

Sapanca "Gıcıran"dan Karaçam’a Eski Bilecik Yolu…

Evet, yeni bir gezi yazısında daha karşınızda olmanın mutlusu benim. Bu mutluluk bana öyle bir rahatlık veriyor ki; bunu tarife ne yazma ne konuşma dilimiz yeterli olur. İnanın buna. Yazıyı okurken sanki karşınızda duruyor, yorumlarınızı alacakmış gibi oluyorum. Yazımı okuyan sizler yazı sonuna yorumlarınızı yazarsanız daha iyi olacaktır. Yeni çalışmalarımızda düşünceleriniz benim için çok önemli. Her ne ise bunları yazmakla yerimizi azaltmak istemiyorum. Ben aslında yazıma Babam Metin Nişancık ile emekliliğimin ilk günlerinde üç ay evvel yaptığımız konuşmanın o bölümü ile başlamak istiyordum. Babam şimdilerde yazılarımızı sitesinden silerek internetten dahi kaldıran adeta bir anlamda yazılarımıza sansür uygulayan, yazımızı Google’de tıklayınca karşımıza “sarı kedisini çıkaran” Sakarya Yenihaber’de yazdığım yazılarımın “sıkı takipçisi” ve “yol göstericisi” idi. Bu yazılarımı yayınlayan “Geyve. com”da yazdıklarımı dahi sıkı-sıkı okumakta ve hatta “Sakarya Çark”taki yazılarımı bile okumakla meşgul bu aralar. Bir yandan da mutlu tabii, “bu kadar yazıya bu kadar site yazısına nasıl yetişiyorsun şaşıyorum, aferin sana” diyor. Bende “bunlar ne ki baba evvelallah 10 sitede, üç gazetede aynı anda yazı yazarım, hiçbiri de birbirine benzer olmaz. Bende kaynakta konuda çok baba rahat ol” derim. Ha şunu da söylemenin zamanı geldi gibi. Yiğidin hakkını yiğide vermek gerekir sözünün tam yeri. Anlattığı çok şeyi makale haline getirip, okuyucunun huzuruna çıkartmışımdır, çoğu zaman. Bu da sanırım öyle olacak. O gün oturmuş Sapanca’daki Demiryolu Kampı’ndan bahsediyorduk. Hani bilenleriniz ve o yılları hatırlayanlarınız var ise şu Sapanca Tren İstasyonu yanında göle sıfır, Kumbaz ve plaj mevkiindeki “DDY Kampı”ndan bahsediyordu. Notlar alıyordum, bir ara dedi ki “Salataları, domatesleri, elmaları Gıcıran’dan getirirlerdi; ya da biz gidip alırdık”. “Ora nere” dedim. Bahsettiği yıllar 1959’lar. Yani kampa gidip göle serinlemeye girdiği, 30 gün kamp yaptıkları yıllar. Yani 22 yaşında olduğu yıllar. Babam 1937’lidir anam 39’lu. Babam Vagon Atölyesi’nde çalışmaktadır, elektrikçi olarak. Fabrikanın ilk personellerindendir. Kampa gitmekten büyük zevk alırlarmış, çadırda kalmak o dönemde önemli. Lafı değiştirdiğimi sanmayın esasına geleceğim ona hazırlık yapmaktayım. Yıl 2013, aylardan Temmuz. Akşama üç saat var daha. Yani kolumdaki saat öğlen sonrasında üç buçukları gösteriyor. Ama bu akşam “Akdeniz akşamı” değil. Sapanca Akşamı. Babamın tarif ettiği şekilde “Gıcıran” a geldim. Gıcıran bir anlamda “şehrin merkezi”; Sapanca 1959’da “ilçe merkezi”. 1 Eylül 1957’de ilçe merkezi olan Sapanca’nın o gününü hayal ederek gezimize ve söze “Gıcıran”dan başlamak isterim. “Gıcıran”dan başlayarak 1959 yılında ulaşımda kullanılan 40 – 1 ve 20 numaralı yolların yani İzmit-Sapanca-Alifuatpaşa-Bilecik ve Eskişehir Eski Karayolu’ndan Karaçam’a inmek istiyorum. Ondan önce de “Gıcıran”ın anlamını vermek gerekir. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’ndeki ifadesi ve anlam karşılığın “yün şalvar” dır. Gıcıran’ın “yün şalvar” anlamında karşılık olarak kullanıldığı yer çoğunlukla “Düzce ve köylerinin bir kısmı”. Aynı kelime Bolu’da “gıcıra” olarak kullanılır; “Gıcıran”ın karşılığı da “yün şalvar”. Gıcıran’dan yola çıkınca Kemer Mevkii’ni buraya girmeden devam ediyordunuz, yani bugünkü ilçe çıkışına doğru yol alıyorum. Sağda “tuğla ocağı” varmış, bugün oralarda konutlar mevcut hatta kısmen de bir ucundan da “Kemer Mezarlığı”na bırakılmış yerler var. Tuğla ocağından yaklaşık 350 metre doğuya doğru gidiyorum karşıma çıkan bir tepe var bu tepe dönemin “Mümtaziye” bugünün “Uzunkum”u arkasında kalan 160’lık “Sarıtepe”nin içeri bakan kısmında kalan 117’lik “Kalaycı Tepesi”ni geçiyorum. Bahsettiğimiz “Kalaycı Tepesi”ni, sakın Arifiye Kalaycı Tepesi sanmayın, yanılırsınız; alimallah. Sonra telaşı başınızı sarar da kimse o saran telaşı çözemez başınızdan. Tıpkı, Dost Şair Ahmet Emin Fidan’ın “Kalaycı Bekir Usta” isimli şiirini okuduğumda başıma dolanan “telaş” gibi… Uzun bir süre çözemezsiniz, yaşadığınız telaşları. Son bakırcılar gibi /Son ustalardan biri /Kalaycı Bekir usta / Tozuttu nişadırı bakıra /Belindeki kırk yıllık ağrı çakıla çakıla / Erirken kalay, çakarken kıvılcım / Bekir ustam ümitli, koca yıllar yılgın / Mihriban Türküsü ile tutulmuş / Bekir ustam bakıra /Her üstüpünün tutamında /  İzi saklı yitik şehrin köşe başında / Yılların çizgisi dökülmüş / Bekir ustamın alnına /Bakraç döner, kalay erir /Yüreği erimez Bekir ustamın kor ataşta /Çek körüğü Hasan /Çek ki ateş harlansın /Sür Bekir ustam sür / Sür ki kalay erisin /Tozarken nişadırın dumanı /Zaman erisin.”. Böyle bir şiir daha okuduğumu sanmam “kalaycı” ve “kalaycılık mesleği” adına. Okuduğum olmuştur ama böylesi güzel ve duygu yüklüsünü okumamışım ve de not almamışım… Ömrü yazarlığımda.  B izim Arifiye “Kalaycı”sının da Sapanca Yolu üzeri “Kalaycı Tepesi”nin de “kalaycı” ve “kalaycılık mesleği ile pek ilgisi yoktur derler ama “etimolojisi” bunu öyle söylemez. Arifiye Kalaycı’sının yanında bir de “Bozacı”sı vardır, herkesin “İl Ormanı” olarak bildiği aslının “Hasandağı” olduğu bir tepe vardır, Arifiye’de. O dağın doğusunda kurulu imiş, Bozacı Mahallesi tabi şimdilerde Arifiyenin bir parçası. “Hasan Dağı” dediğimiz de öyle eften-püften bir dağ değildir hani-yani; orada da antik dönemin “Sophon Dağı Savaşı” olagelmiştir. Tarih kaynakları o savaşın adına “Sophon Dağı Savaşı” derler demesine de aslı “Hasan Dağı Savaşı” olsa gerektir. Ama antiklik bu ya illa antik isim konulacak yapıvermişler savaşın adını “Sophon Dağı Savaşı”. Aslında bir savaşta değildir, o günlerde yaşanılan. Olayın aslı “1073/1074’de, Bizans İmparatorluğu olağanüstü günler geçirirken, Bizans Ordusunda paralı askerlerin Frank komutanı Roussel de Bailleul ayaklandı ve Anadolu şehirlerini ele geçirmeye başladı. VII. Mihail bu durumu önlemek üzere amcası Ioannis Dukası, Roussel’in üzerine gönderdi. Sakarya’nın aşağı kolu üzerindeki Zompi Köprüsü’nde ayaklanan Roussel kuvvetlerine karşı yenildi. Ele avuca sığmayan asiler, Sakarya Nehri’ni takiben, kuzeye doğru yöneldiler. Niyetleri Bithynia üzerinden ilerlemek ve başkenti ele geçirmekti. Bu sırada Selçuklu komutanlarından Artuk Bey de ordusu ile Roussel karşı harekete geçti ve onu Nikomedia/İzmit’e doğru çekilmek zorunda bıraktı. Artuk Bey, süratli hareket ederek aniden Sophon’daki Frenk Ordugâhı’nı bastı. Burada bulunan asi askerler dağıldı. Attaleiates’e bakılırsa yüz binden fazla Türk bu savaş dolayısıyla İzmit’ten Üsküdar’a kadar olan sahaya yayılmıştı. Bu ayaklanmayı bastırış sırasında ilk defa Selçuklu (Türk) komutanı olan Artuk Bey, bölgemiz coğrafyasında ve çevresinde görülmüştür.” Şeklindedir. Yani “savaş” dediğimiz ortam aslında bir “Ayaklanmayı Bastırma Hareketi”dir. Kaynaklarda olaydan savaş diye bahsedilmesinin de bir gereği vardır herhalde. Öyle ya coğrafyasında savaşı çok olan diyarlar daha çok turist alır. Alır almasına da bizim coğrafyamızda “Sophon Savaşı”nın yapıldığı yeri belirten bir “tabela” dahi yoktur. Turist ne bilecekte gelecek, o savaşın yapıldığı yerleri gezip görecek. Kolay değil, bölgemiz coğrafyasında adından pek de bahsedilmeyen bu savaş “wiki”de bile yoktur. Olsa idi şaşardım zaten. Ama bu savaş eğer, İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Bursa’da ya da bir başka büyük kentte yapılmış olsaydı ve adından bir tek cümle ile bahsedilir olsaydı, inanın “wiki” de, “wikipedia”da ve hatta Meydan Larousse’de sayfalarla anlatılırdı. Lobi meselesi, Sakarya’da lobi var mı ki? Böyle bir kelimelik olaylar “cümlelere sığdırılsın”, “sayfalara kazınsın”…Hem ne gerek var ki; şimdi “icat çıkarmaya”… İnanın bunları söylediğimde aldığım cevap hep aynı oldu “İrfan, iş çıkartma şimdi, icat çıkartma durup dururken”… Sonuç malum. “Masa başında turist istatistiği” ve de “geçen yıla oranla bu yılın yabancı turist sayısında artış görüldü” muhabbetleri… Türünden gazete haberleri ve gereksiz “mutluluklar”…


Ya yine nereden nereye geldik. Olmadık lafların içine girip, olmadık gerçeklerden bahsedip sizleri de “huzursuz eyledik”. EEE, ne yapacaksın, anlatacaksın, bilmeyenleri haberdar edeceksin… Mecbur… Anlatacaksın. Ama öyle değil mi? A dostlar. Şimdi ki nesiller ne “Sophon Dağı”nı ne “Sophon”u ve ne de “Hasan Dağı”nı biliyor. Bırakın bütün bunları Sakarya’da ne nerede, ne önemde ve ne güzellikte “inanın bilmiyor”. Acı ama İlköğretim 4.Sınıf’ta işlenen “İlimiz ve Bölgemizi Tanıyalım” Ünitesine yardımcı kaynak kitap olarak kullanılacak bir “İlimiz Sakarya Kitabı” dahi yoktur; Sakarya’mızın… Yoktur işte… Elbet bir yapan çıkacaktır, çıkacaktır. Ve de Sakarya’mızın bu konu da yaşadığı “baht-ı miftahı” olacaktır, umarım bu kitap.

 

Her ne yazarsak yazalım, sonu gelmez bu türden yazmalarımızın. Biz bakalım “Gıcıran’dan Eski Bilecik Yolu ile Karaçam”a gitme isimli yazımızın “halet-i ruhiyesi”ne. “Kalaycı Tepesi”nden “Sarp Deresi” yukarıdan Sapanca-Hacımercan’dan doğup gelmekte, Sapanca Gölü’ne karışmakta. Bahsettiğimiz menfeze gelmeden önce de İlmiye’nin yukarılarında küçük-küçük pınarların ve su gözelerinin birleşmesi ile oluşan “Kurudere”yide içine alıp göle doğru akar. Bu akışını Sapanca ilçesi girişinde devam ettirerek istasyon bölgesine yakın bir yerde tamamlar ve gölü besleyen ana kaynaklardan biri halinde göle karışır. Gölü besleyen dereler bir hayli fazladır, Sapanca Gölü’nün güney kıyısındaki dereler, doğudan batıya doğru saymak gerekirse Arifiye, Keçi, İstanbul, Mahmudiye, Kurtköy, Yanık, Kuruçay ile kuzey kısmındaki dereler ise Cehennem, Aygır, Altıkuruş, Çakalöldü, Maden, Kuru, Liman, Eşme, Fındık, Tuzla, Çiftepınar, Balıkhane dereleridir. Bütün bunların dışında küçük sayılanları saymamız onları yok saymamamız demek değildir. Sarp Deresi menfezini geçerek kurtuluyoruz, yavaşça. Yolumuzun üzerinde “Delidüzü” vardır artık. Delidüzü, “Tumba Tepesi” altında sanki ovaya inermişçesine tatlı bir eğim içindeki eteklerinde kalan Ambarköprü’ye kadar devam eder, yolunuz düzdür, eğim pek yoktur ama “Tumba Tepesi” dediğimiz tepe 237’liktir. Fiziki yapısında irili-ufaklı tepecikleri vardır, bu tepecikleri saymaya kalksanız hangisinin söz konusu tepenin zirvesinin rakımı belirlenmesinde öne çıktığını anlayamaz ve kararsız kalırsınız. Aslında adının “Tumba”dan çok “Boltepecik Tepesi” olması inanın daha hoş olacak. Ancak bu durum aşağıda karşımıza çıkınca “coğrafi isimlendirmelerin etimolojisi” konusunda isabetin doğruluğunu görüp şaşıracak olursunuz. “Tumba” adının nereden geldiği konusunda o gün ağzıma dolanan şarkıdan başlayarak deşmediğim kaynak kalmadı. Söz konusu kelime 1968 yılı yapımı “Dünyanın En Güzel Kadını” isimli Türkan Şoray’ın başrolünde çekilmiş bir filmin melodisi olarak karşımıza çıkmıştır. Şarkının sözleri şöyledir, belki bilirsiniz ya. Sözler Metin Bükey’e aittir ve aynen şu şekilde sıralanıp gider, melodisi ile birlikte. “Tamba tumba esmer bomba, tabada tumba esmer bomba/Başımda bir tatlı bela/tamba tumba tamba tumba/yine mi geldin, fikrimi çeldin” sözleri ile devam eder-gider. Şarkıyı Türkan Şoray söyler gibidir amma Belkıs Özener’in sesidir, biz seyircinin kulağına gelen eşlik eden de “Suat Sayın”. Bu arada söylememek ve adını anmamak olmaz ki “Belkıs Özener”, Gönül Yazar’ın ablası olur.

 

Gelelim “tumba”nın kelime anlamına. “Çocuk Terimleri Sözlüğü”nde karşılığı “yatağa atlama” olan bu kelime Çanakkale’nin Biga ilçesinde “toprak atmaya yarayan araba, el arabası” anlamı ile kullanılırken Bolu Göynük ile Bilecik Söğüt ilçesinde ve hatta Samsun Çarşamba’da ve de Ankara Nallıhan’da “pancar”ın adı olarak karşımıza çıkar. Yani “tumba” bildiğimiz pancar’ın Kuzeybatı İç Anadolu Coğrafyası’nda anma adıdır. Bir hatırlatma yapmak isterim ki; bu burada önemli bir durum olup “tumba” Bursa’nın Yenişehir ilçesi Yeniköy’ünde yaşayan Rumeli göçmenlerince “dağ üstlerinde tepecikler” anlamında kullanılır ki; bu anlamı bizim “Tumba Tepesi”nin isimlendirilmesindeki isabet ve doğruluğun tam karşılığı olarak karşımızda yerini alır.

 

Yolumuz Tumba Tepesi’nden güneydoğuya doğru yol alışına göre Arifiye’nin Kalaycı’sına ve hatta ki Bozacı’sına kadar akıp giden “Katırcı Deresi”nin köprüsünün üzerinden geçerek “İbrahimusta Tepesi”ne vasıl olursunuz. Biz de öyle olduk hani-yani. İbrahimusta Tepesi 264’lük bir tepe hemen yanında da 210’luk “Hüseyindayı Tepesi” ile göğe doğru yükselir, gider. Dedikleri bir tek şey vardır; “yer benim, gök Allahın” hesabı sağlam bir yapılanma eğimleri ile fiziki durumunu sağlayarak bir volkan edası ile yukarılara yükselirler; “İbrahimusta Tepesi” ile “Hüseyindayı Tepesi”. 1959 yıllarında her iki tepenin “adları” olarak karşımıza çıkan “İbrahim Usta” ve “Hüseyin Dayı”nın kimler olduğu konusunda bir somut bilgi temin etme konusunda inanın yetersiz kaldım ancak bu konuda çalışmalarım devam etmekte. Uzun, sağlam ve paylaşılabilir nitelikte edindiğim bir bilgi topluluğu olduğu anda bunu ilk sizlerle paylaşacağım. Sözel tarihin bilgileri ışığında “Tarih Bilimi”nin biraz coğrafya, biraz etimoloji ve biraz da sosyoloji destekli olduğuna olan inancım; yazılardaki derinlikleri ayrı birer konu haline getirmeye yetmekte. Bunun cevabı zaten yazılarımda mevcut. Bunu ve bu gerçeği söylemek ve yazmak beni mutlu kılmaktadır.

“Sapanca Gıcıran’dan Karaçam’a” geçiş yolumuz Hüseyindayı Tepesi’nin eteklerinde Arifiye Kalaycı’sından gelen iki şeritli dar yol ile 210 metre kotunda birleşip doğuya doğru yol almaya başlıyor. Bu kavşağın solunda “Kızılcıkbaşı Tepesi” vardır ki rakımı 310’ları gösterir hemen karşısında da 280’lik “Mısırlık Tepesi”. Kızılcıktepesi’nin hemen arkasından akan derenin adı “Kızılcık Deresi”dir. Derelerin aşağılarda Açmalar Deresi ve Deliismail Deresi ile “Hamidiye Köyü” yani bugünkü “Adliye Köyü” ile “Hacibey Köyü” o da bugünün “Ahmediye Köyü” arasından geçerek “Cabrantarla” mevkiinde Eski Sakarya Yatağı’na karışır belki oradan da “Gocur Deresi” ile birleşip harabelerin oradan Sakarya’nın kendisine karışıp, Karadeniz’e doğru yol alır-gider. “Gocur Deresi”nin Gocur’unun anlamına gelecek olursak onu yazmasak inanın olmaz. Ancak bu noktada şöyle bir şeyi de yazmak gerekir ki “gocur” Türkçede bulunan “süreksiz sert sessizlerin yumuşaması” kuralına uğramış bir kelime. Aslı “kocur”. Kocur; “her şeyden haberi olan, kulağı delik” anlamında bir kelime. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde de Osmaniye’de Gavurdağı’nda yaşayan Yörüklerin kullandığı bir kelime olup Isparta’nın Şarkîkaraağaç ilçesinde “fıtık hastası” anlamı ile örtüştüğü görülmektedir. Kelimenin bizim coğrafyamızda kullanışına denk gelen anlamı bulunmamakta. Ancak bölgemiz coğrafyasının çok çeşitliliğinin rengi durumundadır.

 

Artık aşağılara doğru inişteyiz ve Geyve Boğazı alabildiğince derinlikleri ile karşımızda ve hatta sağımızda devr-i dönemin önemli köylerinden “Selamiye Köyü”. Yani bugünkü adı ile “Akçay Köyü” görünmekte. Hemen kuzeydoğusunda da 280’lik “Mısırlık Tepesi”. Artık Karaçam’a doğru yol almaya başlıyoruz gibi. Akçay Köyü’ne girmeden “Şosealtı Dağı”ndan geçip aşağılara güneye doğru inmemizi hızlandıran “Akçay Köprüsü” var önümüzde onun ardında da “Habıttepesi” ve “”Devrettepesi” görünüyor. İki çok güzel kelime ile karşı karşıyayız işte. Biri “habıt” ikincisi “devret”. Önce ilkini yani “habıt”ı anlatalım. Kelime Osmanlıca “habit” kelimesinden gelmekte olan bir sözcük. Yalnız burada “habit”in “i” harfinin üzerinde “şapka” var yani bu kelime de “şapkalı bir kelime”. Şapkasız huzura çıkmayanlardan anlayacağınız. Kelime bu şapkalı hali ile iki anlam içermekte. Biri “susturucu” diğeri de “fasid, yaramaz, bozuk” karşılığı ile değerlendirilmekte. “Fasid” de Osmanlıca bir kelime ve “bozguncu” ve “haydut” karşılıklarını karşımıza çıkartmakta. Bu ikinci anlamı ile Malatya ve yöresi coğrafyanın Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü ışığında “habıta” kelimesine de kaynak oluşturmuş bir haldedir. Habıta, bildiğimiz “haydut” kelimesinin karşılığı. Bu ayağı ile de bizim “Habıttepesi”nin habıtlığının “fasid”e denk gelen anlamı ile örtüşmekte. Karşımıza çıkan ikinci kelimeye sıra geldi bile. Yani “devret” kelimesinden bahsediyorum. “Devret” kelimesi de bilinen “devretme” veya türevleri ile aynı anlam içeren bir kelime değil hani-yani. Bu kelime de karşılığını “Dargeçit, boğaz, ırmak kenarlarında dar dönemeç ve uçurumları çok tehlikeli yollar” olarak göstermekte. Kelime bu anlamı ile zaten Geyve Coğrafyası’nın tanımını yapıyor. Tam bizim coğrafyamızın sözcüğü özelliğini taşımakta. Coğrafyamızın hem Sakarya Nehri’nin sağlı sollu kıyılarında yer alan yalçın kayalıklardan geçerken oluşan uçurumlar, derinlikler, dar geçit ve boğazları anlatmaya gerek yok sanırım. Bunun en basit örneğidir aslında, Geyve Boğazı. Geyve Boğazı, burada bulunan ifadesi ile “Devret”tir. Öyle değil mi? Kelimenin bu karşılıklarının aynen Sinop’un Boyabat ilçesi Başköy ve Gaziantep Coğrafyası’nda da karşılığı bulunmaktadır. Her iki tepenin arasından bir de dere akmaktadır ki adı da “Habit Deresi”. Habit Deresi’nin Habit Tepesi eteklerinden akıp gitmesi de bahsettiğimiz anlamların tamamlayıcısı olmaktadır. Habit Deresi batıdan 283’lük İlimbey Tepesi’nden zirvesinden aldığı “Saraban Suyu Kaynağı”ndan doğan “Saraban Deresi” ile birleşerek Sapanca-Karaçam Devlet Eski Karayolu’nu menfezle geçip “Harabe Mevkii”nden Sakaryasına kavuşmakta. Son cümle ile yazımızda sonuna kavuşmuş oluyor… O zaman bize düşende “Onlar kavuşmuş Sakaryasına, biz geçelim yeni haftanın yazısına” demek oluyor… Şen ve esen kalın…

İrfan Özdilek Nişancık



İrfan Özdilek Nişancık hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 4134 | E-posta

İlk Yorumu Siz Yazın
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.