Perşembe, 05 Eylül 2013 |
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüllendirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş :
-"Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
-" Peki demişler" ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine :
-"Şimdi" demiş ermiş,"sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe".
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
-"Buyrun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
İşte demiş ermiş,
-"Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır
ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın
Gerçek pazarında alan değil,veren kazançtadır daima."
…
Siyah duvar
Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı.
Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu.
Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı;
-"Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım. Çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor.
Park bu sabah sakin... İki salıncak dolu, iki salıncak boş.
Dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, el ele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine.
Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor.
Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya"
Günler böyle geçip gidiyordu. Ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar...
İşte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu,
bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de...
İşte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı.
Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu.
Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi.
Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti.
Başını kaldırdı ve pencereden baktı.
Simsiyah bir duvar vardı karşısında.
Not: Bugün yine köşe yazamadım ve size iki internet gönderisi sunuyorum. Kaynağını bilmiyorum ama ikisini de ben çok beğendim. Umarım siz de beğenirsiniz. Sezai Matur hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 1397 | E-posta
|
|
|