Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
“Balaban Çiftliği” ya da
Pazartesi, 07 Ekim 2013

Balaban Çiftliği” ya da II. Abdülhamit Han Mülkü diyebilmek…

Dedem Ahmet Niyazi Efendi’yi tanımazsınız. Babamdan dedem olur kendisi. Demiryolcudur O’da. Demiryolculuğu Erzurum-İran Hududu arasında çalışan “Transport Trenleri”ne kadar dayanır, yani 1939’lara. 1906 doğumludur. 26’da devlet kapısında “işbaşı yapmış” bu işbaşılık rahmetli olduğu 1968 yılı 24 Aralık günü “kalp krizi”nden vefat ettiği ana kadar devam etmiş. Oğlu Metin’i yani babamı da “demiryolcu yapmış” ve hatta torunu Özcan’ı da, yeğenlerini de, akrabalarını da “demiryolcu yapmış” biz büyüyene kadar ömrü vefa etmediğinden bizim işimize karıştığı olmamıştır. Trenleri çok severdi, trenlerle yatar, trenlerle kalkar, paydos saatini ve işbaşılığının saatini trenlere göre ayarlardı. Kısaca dünyası “trenler”di. Yolculuklarını trenlerle yapar, arabayı hiç kullanmazdı. Kullandığı tek araba “kamyonu” idi. O da görev arabası idi, zaten. Bizi de trenleri anlatarak büyütürdü. Gerçi ben o öldüğünde henüz altı yaşında idim amma bana da anlatmışlığı vardı, o trenleri. Sonrasında Babam anlattı, trenleri bana. Vagon’da çalışırdı, 1982’de emekli oldu, şimdi evden-camiye; camiden-eve ancak bu son by-passtan sonra böyle. Ondan önce hep gezerdi; memlekette trenle gezmediği toprak kalmamıştı. Alırdı Annem Mürvet’i yanına ki komşularımız kendini hep “Zuhal Abla” olarak tanır, bilirler. O Zuhal adını ilk gelinlik yıllarında bir aile dostunun eşi tarafından takılma sonucunda almış; buna neden olarak da anneannesi Mürvet Hanım ile ismi karışmasın ayrım olsun diye. Eskilerde şöyle bir ahlak ve terbiye vardı ki bu bugün devamda zorluk çekmekte. Aile fertleri aynı ismi taşıyan bir çocuk, damat, gelin sahibi oldular mı kesinlikle büyüğün ismini taşıdığından onun yanında o kişiyi isimleri ile çağırmaz; “gelin” aşağıya, “gelin” yukarıya ya da “damat” buraya, “damat” şuraya diye çağırırlardı. Şimdilerde bu gelenek can çekişmekte haklı olduğumuz yalanlanmaz hani-yani. Bizde de aynı böylesi bir durum sonucunda anama “Zuhal” adı yakıştırılmış, öylede yaşatılmış. İnanın ben bile ortaokul son sınıfa kadar anamın adını hep “Zuhal bilmişimdir”. Bak şimdi nereden nereye geldik, farkına varmadık. Konumuz ne idi neye döndü bir anda. Korkmayın yazının konusunu unutmuş değilim, konunun mecrası ile alakalı bir yerden ta nerelere geldik, Gördüğünüz gibi sonuç bu.

İşte Babam ile böyle sohbet günlerinden birinde daha çok farklı bir yere geldik. Babam Vagon Fabrikası’nda “elektrikçi” olarak çalıştı ve 1951’de girdiği işinden ara vermeksizin 1982 yılına kadar bilfiil çalışarak emekli olduğundan sonra yolumuz yukarıda bahsettiğimiz “farklı mecralara geçmişti”. Oradan devam edelim isterseniz. Babam tamir edilen ya da yeni imal edilen vagonların “Tecrübesi”ne iştirak ederdi, fabrikadan arkadaşları ile. Bu tecrübelerinde de güzergâh, Adapazarı-Arifiye-Alifuatpaşa-Mekece olurdu. Çok olmuştur, akşam dönüşlerinde “Pamukova Kavunu” getirdiği, “Doğançay Suyu” taşıdığı, “Eşmeden üzüm, Alifuattan şeftali, Hayrettinden elma” alıp eve ulaştırdığı. Çok güzel günlerdi, o günler. O tecrübelerinden birini anlatmasını istediğinde o defasında Arifiye’den değilde Sapanca’dan kalkışından anlatmaya başlamıştı. Bunun nedenini sorduğumda tren önce Arifiye, Sapanca arasını kat etmiş, dönüşte, Arifiye’den Alifuat’a kadar gitmişti. O nedenle böyle anlatmıştı. Bahsettiği yıllar 1970’li yılların ilk çeyreğine denk gelmekte. Bakın nasıl anlatmaya başladı, inanın hoşunuza gidecek. “…Bir tek biz değildik Sapanca İstasyonu’na gelene tren. Başka trenlerde vardı. Sapanca’ya gelen trenler Bostancı’yı, Kartal’ı, Pendik’i, Gebze’yi, Yarımca’yı, Derince’yi ve İzmit’i yorgun hallerde geçer gelirdi. Gelirdi Sapanca İstasyonu’na batıdan girerdi. Sonra evet sonra satıcıların sesi gelirdi; “Sapanca Somunu”, “köy tavuk yumurtası”, “Mahmudiye yeşil soğanı” satanların sesleri gelirdi… Ellerinde bakraçları ile çocuklar “Manda Yoğurdu”ndan yapılmış ayran, İstanbuldere’den, Sarp Dere’den ve “Fevziye Köyü Hünkâr Suyu”ndan alıp-getirdikleri buz gibi kaynak suyu satarlardı. Bak bu Fevziye Hünkâr Suyu Padişah Sultan Reşat mülküdür, onun tarafından bizzat bulunup çıkartılmıştır. Zaten bu durum köy hudutnamesinde kayıt altında tutulmuştur. Bahçelerde çeşmeler soğuk-soğuk akardı, ağaçtan örme hasırdan yapılmış dışları çiçeklerle süslenmiş kamelyaları bile vardı, demiryolu kenarında bulunan ahşap konaklarda.” Sonra durdu, bir bardak ayran istedi. Dili kurumuştu, zaten bu by-pass sonrasında dili çok sık kurur ve içecek bir şey alma ihtiyacı daha çok ister hale gelmişti. Babam “su”yu sevmez öyle pek fazla tüketeni de değildir; onun sevdiği “hoşaftır, komposto”dur. Hatta ve hatta çokça da “ayran”dır. O ayrana daha çok meyillidir, bünye olarak. Hoşaf ile kompostoyu hep karıştırmışımdır. Hangisi hoşaf, hangisi komposto bilememişimdir. Allah’tan bu yazma işine bulaştıkta “hoşaf”ın “kurutulmuş meyve”den, “komposto”nun da “taze meyve”den yapıldığını öğrendim. Yoksa işimiz hakikaten zordu. Bu durum bazılarında da soğan-sarımsak bağlantılı “sol-sağ” yön karıştırması olarak karşımıza çıkar. Çokça da “askerlik”te denk gelir, bu karmaşa. Komutanlar bağırır “Oğlum sarımsağın olduğu yer “sağ”; soğanın olduğu yer “sol diye. Sizde tekrar edilenlerle birlikte tekrar eder durursunuz günlerce. Hoş sizinle bu durumun alakası yoktur amma öylesi bir durumdur, işte.

Yok, yanlış anlamayın kopmadık konudan, ben arada öyle konu dışına çıkar-girerim. Devamını yazmaya başladım bile “Konakların; Yanıklı Ali Efendi’nin, Fevziyeli Hacı Rüstem Efendi’nin ve Mümtaziye’den Arif Hoca’nın konakları olduğu herkesçe bilinirdi. Görür-görür imrenirmiş, hep oturası gelirmiş kamelyalarında yanından gelip-geçenlerin. Bahçelerinde yaşayanlarla trenlerde seyahat eden yolcular trenin hızlısından görebildikleri güzellikleri ile yan-yana gelmek isterdi. Sapanca’ya gelindiğinde “Öğle Namazı”nın ezanı okunmuş olur, namazının edası gerekirdi. İstasyonda alınan “abdest”in serinliği ve nefasetinde kılınırdı; öğlen namazları.Kastarca erik”, “beyaz kiraz”, “yeşil-kırmızı elmalar”ını yemek isterlerdi, ıhlamurlarından toplamak, gölünde yüzmek isterlerdi. Trenin Sapanca’dan kalkışı ile fren yapması arasında yarım saat olurdu Mümtaziye’ye geldiğinde. Mümtaziye bugünün Uzunkum. Uzunkum’da tünel yoktu henüz o yıllarda. İstasyondan hemen sonra yol karanlığa girmezdi, Göl sahilinden giderdi tatlı bir viraj alarak, tepelerden sular akardı, trenin kömür kurumları camdan bakarken dışarıda kalan yüzlerini, üst başlarını simsiyah yapardı. Tren Arifiye’ye batıdan Gölbaşı’nı geçerek giriş yapardı. İlk soluklandığı yer “su dolum yeri” yani “cendere” olurdu. Kara tren “su ihtiyacı”nı gidermeye çalışırken yolcusu istasyona iner, kendini havalandırır ve Abdülhamit Han’ın tuğrasının bulunduğu odada soluklanır ve biletine “mühür bastırırdı”. Bir saatten fazla kaldığımız Arifiye İstasyonu’ndan suyundan oluşan buharın gücü ile “istim” alıp kalkarak uzaklaşan o trenler bugünün Karaçam’ ı dünün “Balaban Köyü”nde Abdülhamit Han’ın “Balaban Çiftliği”nin meyve bahçelerini sağına-soluna alarak Geyve Boğazı’na girerdi. Ardından “Balaban Köprüsü”nü geçer; sonrası sağında Sakarya; yüz üstü ve köpük-köpük akarken, solunda yalçın kayalarla başlayan Doğançay’a doğru yol alırdı. O trenler ki; Doğançay’da ceviz ağaçları istasyonu süsler, Almanlar tarafından yapılan istasyonun içinden geçerek Anadolu’nun içlerine yol alan tren sağında “Burgaz Tepe”yi, “Karayemişlik Kayası”nı, “Gergidüzü”nü; solunda “Poyracık Tepesi”ni, “Ihlamurdüzü”nü “Kızılkaya”yı geçer; “Yılanda”yı aşarak Alifuatpaşa’ya varırdık” dedi. Ardından da sustu, “Hepsi bu kadar” dedi ve kalktı-gitti. Bundan sonrasını ben yaşadığım için öyle tırnak içine almadan devam edip anlatıp-geçip gideceğim.

Yıl 2012; aylardan temmuz. Ayın 18’i Geyve Boğazı’nın başladığı Karaçam Köyü’nün girişindeyim. Düşüncem dağlara çıkmak ve oralarda bilinenleri bilinmeyenleri yazacağım yazılarda kaleme almak. Başlangıç noktam “Sivrikaya”. Sivrikaya Eskişehir gidiş yönü üzerinde “Elmalık Tepesi”nden az beride bir tepe. Üzerinde kalan kuzeyde “Simonet Bayırı” var. İlginç değil mi “Simonet” ne demekse. Durun telaşlanmayın onu bilmiyoruz diye bir durum yok ortada “maalesef onu da biliyorum”. İnanamayacaksınız ama “biliyorum”. Esasında bir yerin yerle tarihine, tarihçiliğine, ya da araştırmacılığına soyunan biri için elzem olanlardan biri de “çevresini tanımak” amma öyle-böyle bir tanımak değil hani-yani. Ciddi ve anlaşılabilir anlamda tanımak ve tanıdığını bilebilmek. Allah için bu durumda bize zamanla yer edindi, gitmekte bilmiyor. Şimdi “simonet” Doğu Ermenicesinden gelen bir kelime aslında. Aslı İngilizcede “simon” kök olarak var. “Erkek, adam, er kişi” anlamlarına geliyor. Ama kelime “simonluk”tan çıkıpta “simonet oldu mu “-et” takısı almış oluyor ki anlamı tamamen farklı hale geliyor. “-et” takısı ağırlıklı olarak Ermenicede bulunmakta. Kısmende “Doğu Ermenicesi”nde. Peşine takıldığı kelimeye ilk anlamı ile tamamen ters bir anlam daha kazandıran ek olarak karşımıza çıktığı olur, çoğu kere. Mesela bunu şöyle açıklayabiliriz. “Trompet” kelimesini ele alalım. “tromp”, “binanın bir bölümünü tutmaya yarayan köşe kubbesi” anlamını taşırken sonuna aldığı “-et” eki ile “bir ağızlık ve kendi üstüne kıvrılmış silindir bir borudan oluşan nefesli çalgı” anlamını alır hale gelir. Ya da “pus” kelimesini ele aldığımız da pus, “sis, duman” anlamına baliğ olurken sonuna aldığı “-et” eki sayesinde “elle sürülen hafif, küçük, çocuk arabası” karşılığı ile denklik bulur bir anda. Buradaki “simonet”te bu tarz bir anlam değişimine uğramış bir kelime. Yalnız burada şunun anlaşılması bizi rahatsız eder, ne “trompet” kelimesi ne de “puset” kelimesi Ermenice değil aksine örnekleme için seçilmiş iki kelimedir. “Simonet” kelimesi de İngilizce “simon” kelimesinin Ermeniceye geçerken sonuna gelen “-et” hecesi ile “dinsel görevleri satma, satın alma” veya “kutsal eşya satıcılığı” ve “kutsal tutulan şeylerden kar menfaat çıkartma” anlamını takınan yeni bir kelime olarak yerini alır. İngilizcede bunun kelime karşılığı “simony”dir. Yani Karaçam Köyü üzerindeki “Simonet Bayırı”nın “simonet”i “kutsal eşya satıcılığı” anlamını içeren bir isimle anılır ki bu durum bu coğrafyanın geçirdiği tarihsel süreç içinde bu tür bir ticaretin yapıldığı yerler olarak ön planda yerini alır.

Bahsettiğimiz güzergâhın Baharat Yolu, İpek Yolu üzeri veya yakını coğrafyada yer alması kutsal haç, ikon ya da dinsel ritüele sahip kap-kaçak satışının yapıldığı yerler ile alakalı olduğu inancına sahip bulunmaktayım ki, önceki dönemlerde bir Pazar yeri, bir ticaret merkezi durumunda olan ancak bu özelliğini sonradan kaybeden Fevziye, Akçay ve İlimbey bu ifadelememize en uygun ve en yakın bölgelerden sayılır. Açıkladığımız bu hale aksi bir ifade de bulunan var ise onunla bu konuyu tartışmaya açmaya “etimolojik” olarak yeterli olduğum inancım ile hazırım. Gelelim lafı uzatmadan “Simonet Bayırı”nın etrafındaki “Oluklutaş Deresi” ile “Çatal Deresi”nin birleşerek “Karaçam Deresi” adını alarak “Fındıklık Tepesi”nin ve hemen altında da “”674’lük Çan Tepesi”ne ve altındaki “Balaban Kayası”nın eteklerinden “Vartankel Tepesi”ne kadar akıp gelişine getirmeye. Az önce anlatmaya çalıştığımız durum burada da karşımıza çıktı. “Vartankel”den bahsediyorum. “Vartan”ın tek başına herhangi bir anlamı yok ancak “Vartan”ın tek hali ile Ermenice bir “soy isim olarak kullanıldığı malumunuz”. Okunuşu da fonetik olarak “va’r’daan” olarak yapılmakta. Bunun yanı sıra “varta”nın anlamı var tabii ki. “Va’r’ta”, “tehlikeli durum” demek bilindiği üzere; Eskiden kullanılırdı, bilirsiniz. “Vartankel” halini alınca da durum daha değişik bir sonuç vermekte. Kelimenin “vartankel” halinin anlamı “ortada herhangi bir sebep yokken kayıp olan şey” anlamı ile karşılığını bulmakta, Doğu Ermenicesinde. Anlayacağınız ilk hali son hali arasında anlam çerçevesinde uyumsuzluk söz konusu. Unutmadan yukarıda bahsettiğim “Çantepesi”nin adının neden “Çantepesi” olduğu konusunda Ermenice, Rumca ve Osmanlıca kaynaklardaki araştırmalarım ve incelemelerim devam etmekte… Bulduğum ve bir yazı konusu haline getirilebilir duruma geldimi sizlerle bunu da paylaşmak isterim.

Şimdi bu yazdıklarımızın tam karşısını gezelim birde isterseniz. Yani Sakarya Nehri tarafını. Oraya Eski adı ile “Hacımat” bir diğer hali ile “Hacıbey” olan Ahmediye’den başlayalım. Hacıbey adı 1959’lara kadar varmış, sonra 1960 sonrası değiştirilmiş olduğu söylenmekte. Kayıtlarda pek bulamadım ancak 1960 öncesi önemli haritalarda yörenin ve köyün adı “Hacıbey” olarak geçmekte ve hatta “Adliye”nin adı da “Hamidiye” olarak. Hamidiye, adlı köyleri daha önce Sakarya Yenihaber Gazetesi’nde bu köyleri bir makale halinde sıralamıştım. Mesela “Alandüzü”nün, “Çınardibi”nin, mesela Arifiye İstasyon Mahallesinin adı daha önce Hamidiye idi. Dahası “Sapanca Muradiye”nin, Karasu “Aziziye”nin, Akyazı Ahmediye’nin, Hendek Şerefiye’nin, Karasu Selahiye’nin isimleri öncesinde “Hamidiye” ile anılırmış. Padişah II. Abdülhamit 27 Nisan 1909 tarihinde tahtan indirilip yerine Mehmet Reşat padişah olunca bu köylerin isimleri de değiştirilme ile karşı karşıya kalmışlar. “Vartankel Tepesi”nin hemen altında da “Tunağılı Tepesi” vardır ki yüksekliği “Çan Tepesi” kadar yoksa da ondan aşağıya kalacak kadar değildir; tam 531 metre rakıma sahip bir tepedir, “Tunağılı Tepesi”. Gelelim “Tunağılı”nın anlamına. Bütün bundan önce “tun” kelimesinin anlamını bilmek gerekir, sanırım. Kelime Divan-ı Lügati-t Türk’te iki anlamı ile karşımıza çıkmakta. İlk anlamı ile “dinlenme, döllenme” ikinci anlamı ile de “kadının ilk çocuğu” ya da “kadının ilk kocası” anlamlarını karşımıza getirmektedir. Güncel Türkçe Sözlükte de anlamı “gizli yer, köşe bucak”; Kişi Adları Sözlüğü’nde de “Tun” erkek ismi olarak “gönül rahatlığı” anlamını içermekte. Türkçe Sözlükte “taraf, semt” olarak anlam bulan kelime Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde “saygı gösterilen, saygın”, “fırın üstü, fırın kenarı” ya da Afyon yöresinden gelen anlamı ile de “fırının bir bölümü” olarak bilinmektedir. Karşımıza çıkan anlamların ışığında durumumuza en yatkın ve yakın anlamın “dinlenme, döllenme” olduğu daha kolay görülecek olup, bu mevkiinin “hayvan dinlenme ağılı” olarak kullanıldığı. Bunun da en yakın karşılığı “çiftlik”tir.

Evet, bu sonuca geldiğimizde de yazımıza konu olan durumu görmekteyiz. Padişah II. Abdülhamit Han’ın birkaç yıl önce açıklanan mal varlığı içersinde dikkatimizi çeken “Geyve-Balaban Çiftliği” yerleşkesinin bu “Tunağılı Tepesi” ve çevresi coğrafyanın olduğu. Bölge coğrafyası çiftlik arazisine ve fiziki şekline uygun olup aynı bölgenin 1959 sonrası haritalarda “Çiftlik Mevkii” olarak adlandırıldığı gözlenmektedir. Hemen altında kalan “Gocuryatağı Mevkii”nin de Edirne ve çevresi coğrafyada “küçük kardeş”, Isparta ve Yalvaç çevresi coğrafyada da “büyükanne” anlamı ile karşılığını bulan “gocu”dan esinlenerek “kardeş yatağı” anlamını alması ile diyeceğimizi adeta kuvvetlendiren bölgenin Padişah II. Abdülhamit Han’ın mülkü sayılan “Balaban Çiftliği” olduğundan şüphemiz kalmamakta. Burada “çiftlik” ve “kardeş yatağı” nın birbiri ile ilintilendirilmesinin dayanağı olarak şunu gösterebiliriz. Osmanlı sarayında kimi çevrenin İstanbul dışında bulunan mülkler üzerindeki binalarda hanedan mensuplarına ait olanlarda bulunan bina, yapı ve diğer usul yerleşim mekânlarının saray ile kardeş olduğundan hareket ederek kurulan bir yaklaşımsal yakıştırmadan başka bir durum değildir. Öyle ya tarih biraz “etimoloji”, çokça “coğrafya” birazcıkta “sosyoloji” değil midir? Bizimkisi “coğrafi sosyolojik yerel tarih”ten başka bir şey değil aslında. Sizce nedir bu yaptıklarımızın karşılığı, bunu da merak etmiyor,değilim.

Artık yazımızda son sözlerimizi söylemek istiyorum.

Sizin huzurunuzda 2013 senesi içinde başlayan dostluğumuz, 2013-2014 Yeni Yayın Dönemi’nde de devam edecek gibi. Mevcut durum ve beğeni onu göstermekte. Buna yazılarıma göstermiş olduğunuz 9 bin 103 tıklanma ve okunmayı “şahit göstermek isterim”. Bu tıklanma ve okunma benim için kendi alanımda bir rekor. Bu halen İstanbul ve yurtdışında gördüğüm “omurilik tedavisi” içinde son derece mutlu kılıcı bir hal. Ne mutlu bana ki sizlerin okuyacağı yazıları yazabiliyor, konuları sizlere aktarmada zorluk çekmiyorum. İnşallah bundan sonraki yazımda konum “Geyve Coğrafyası Kayalıkları” olacak. O yazıda Ayıoynağı’ndan tutun Domuzyatağı’na; Ayıyuvarlandı’dan tutun Akbaba Kayası’na; Kuşkayası’ndean tutun Kedikayası’na kadar bütün yalçın kayaları anlatmaya çalışacağım.

Şimdi kalın sağlıcakla...

İrfan Özdilek NİŞANCIK

 

 


İrfan Özdilek Nişancık hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 6327 | E-posta

Yorumlar (6)
RSS Yorumlar
1. 09-10-2013 00:28
geyve
emeginize saglık çok güzel bır araştıma olmuş elinize gözünüze saglık.
Yazar nevzat rençber (Misafir)
2. 10-10-2013 18:16
my
emeğinize sağlık defineciler için iyi bir referans olabilir yazınız
Yazar alpertunga (Misafir)
3. 04-02-2014 12:54
tebrik
geyve.com ailesine iki ay önce katıldım. köyümden (karaçam köyü) ve çevresinden bu kadar vukufiyetle bahseden bu yazıdan sonra bu aileye katılmakla ne kadar doğru bir iş yaptığımı fark ettim. 
tebrik ediyor, acil şifalar diliyorum irfan bey.
Yazar muharrem dayanç (Misafir)
4. 14-02-2014 12:11
tebrik
HOCAM ARAMIZA HOŞGELDİNİZ...DUYGULARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYOR...BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLERİM.
Yazar irfan nişancık (Misafir)
5. 14-11-2015 18:56
tebrik
ÇOK GÜZELDİ İRFAN KARDEŞ SAĞOL
Yazar UĞUR ŞENLEN (Misafir)
6. 29-05-2016 18:32
yazın hocam!
sağlığınız elverdiğince yazın hocam!söz uçar yazı kalır.sizdeki bilgi başka yerde yok.internet sitelerimiz de bu yazıları kaybetmez, kalıcı olmalarını sağlarlar ise ne mutlu.uzun yıllar sonra bile (benim gibi)açılıp okunacak, kaynak olarak gösterilecektir.
Yazar mehmet acar (Misafir)

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.