Hayat bana durmayı, düşünmeyi, tartmayı, gerekiyorsa ondan sonra konuşmayı öğretti.
Sonra dostluğu, kardeşliği, nefes almayı;
Kendime, çevreme, dünyaya, rüyaya, insanlara bakmayı;
Sonra kelimeleri, onların içindeki hayatı, acıyı, hasreti, bekleyişi, özlemi, hayali, imgeyi ve onlarla kendimi, ailemi, çevremi zenginleştirmeyi.
Kalbim atmaya, elim tutmaya başladığında bir dost gönderdi bana. Tuttum önce yonttum onu, sonra öpüp başımın üstüne koydum. O benim en muhkem kale’mdi.
Elimin kalem tuttuğu yerdir Karaçam.
Babaannemden dinlediğim destanlar, annemden dinlediğim masallar, ablalarımdan ve komşularımdan dinlediğim maniler, türküler;
Sesi rüzgâra sinmiş;
Rengi yeşil, sarı, beyaz ve maviye geçmiş güzellik;
‘’Rüzgâr meşhurdur köyümde
İnsanı ferahlatır hava
Baktıkça doyamazsın
Buğdaylı bayırlara’’ tadında, acemice kelimeler biriktirmeye başladığım bahçe;
Ateşini gönlümde hissettiğim ilk gül dibi, yaprak kurusu, incir reçeli, elma pekmezi;
Sevdalarıma pencere, pencereme ışık olan dizeler ülkesi;
Kökü gönlüme inen, dalları ömrümü örten;
Gözlerimde biriken şiirdir Karaçam.
Kenarında oturup akışında demlendiğim;
Toprağa sızan bereketinde nefeslenip, suya bel bağlamış yeşil kollarına yaslandığım;
Pas tutmayan dalgalarında köpüklerine dokunduğum,
Suyuna daldırıp ayaklarımı gökyüzüne kapıldığım;
Yanında, başucunda, ‘’ben neredeyim?’’ diye şaşırıp kalbimi yokladığım;
Gam alıp umut veren, her gün Karadeniz’e binlerce içli mektup gönderen, yatağına sadık;
Kabına sığmayan nehirdir Karaçam.
Yorgana ne gerek var, yıldızlarla örülü gökyüzü;
Yeşil bir çarşaf papatya dolu bayırlar;
Her tepe bir yastık yeşil mi yeşil;
Rüyaların en tılsımlısına açılıyor uykular.
Derelerde başlayıp çınarlarda devam eden, kuşların çığlık çığlık bulutlara, bulutların yıldızlara, yıldızların bağrı yanık âşıklara uçurduğu sır;
Kışın karla yıkanan, sonbaharda yağmurlarla bereketlenen, yazın güneşi bağrında uyutan,
Hele hele baharla, hele hele baharla, renk renk şarkılarla, kır kır çiçeklerle, gönül gönül yüreklerle, yol yol gezen, el el buluşan, yürek yürek kavuşan;
Doğadan insana geçen sihirdir Karaçam.
Hâsılı, her gurbet bir menzile çıkar,
Sonsuza uzansa da bütün kapılar;
Yüzünü bize dönmüş serviler vardır mesela;
Bir bakışta taş kesilmiş umutlar;
Özleyenler vardır, özlenenler bir de;
İnsan kalpsiz şehirlerde yaşıyor artık, yalnızlığını öğreniyor, çaresizliğine ağıt yakıyor, hadi gel kurtul şu dağdağadan diyorsun, olmuyor;
Gün gelir o sonsuz merhamet çekecek bizi, denizin dalgaları bitecek, gölün suyu çekilecek, ırmaklar yataklarına küsecek, kuşların kanadı kırılacak, çiçeklerin boynu bükülecek;
Ardımızdan ağıtlar yükselecek,
Sevdiklerimizin başı öne eğilecek;
Bir yer seç kendine diyecek kader,
Kederlenme diyecek, gittiğin yer yaşadığın yerden daha güzel;
Gömülmek istediğim yerdir Karaçam.
Sonsuzluğu soluklamak istediğim kabirdir Karaçam.
Hoş görün dostlar, içimde büyüyen kibirdir Karaçam.
Not: Karaçam benim köyüm. İstanbul’dan Eskişehir’e giderken karşınıza çıkan Geyve’ye bağlı ilk köy veya Geyve’nin İstanbul’a en yakın noktası...
Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 2071 | E-posta
|