Bir şehzadenin, hem de devrin padişahı olan babası tarafından öldürülüşü ve bu hadisenin akabinde bir çok şairin bunu şiirlerinde işlemesi edebiyat tarihimiz açısından olduğu kadar tarih bilimi açısından da önemlidir. Bu hadiseyi tarihî kılan temel amiller; öldürtenin devrin padişahı ve maktülün babası; öldürülenin de hem bir şehzade hem de öldürtenin en büyük oğlu ve dolayısıyla padişahlık için tek aday olmasıdır. Bu nedenle; “Şehzade Mustafa”nın öldürülmesi tarihin akışını değiştiren önemli bir olaydır. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki; Divan edebiyatında şehzadeler için ilk mersiye Ahmet Paşa tarafından Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Şehzade Mustafa’nın (d.1450?—1474) vefatı üzerine yazılmıştır, fakat “taht kavgaları neticesinde hayatını kaybeden şehzadeler” bahsinde ise ilk ve 15 mesriyeyle kendisine en çok şiir yazılan şahsiyet Kânûnî’nin Mahidevran Sultan’dan olan oğlu -ki burada ele aldığımız şahsiyettir- Şehzade Mustafa’dır. Peki; “Şehzade Mustafa”nın öldürülmesi bir süreç olarak nasıl gerçekleşmiştir? Bir babanın oğlunu kendi çadırına çağırdıktan sonra, daha çadıra girerken dilsiz cellatlara boğdurtması hangi söylentilerin/dedikoduların sonucunda vuku bulmuştur? Bu hadiseden sonra “ölen” ve “öldürten” şahıslara hangi sıfatlarla hitap edilmiş ve hangi gözle bakılmıştır? Bu ve buna benzer soruları o dönemde yazılmış edebî eserlerden yola çıkarak bir nebze olsun anlamak ve aydınlatmak mümkün müdür? Bizce mümkündür.
Kânûnî’nin en büyük oğlu ve şehzadesi Mustafa; Hürrem Sultan’ın kendi çocuklarından birisinin padişah olması yönündeki ihtirası ve damadı Rüstem Paşa’nın ona bu konudaki yardımları sonucunda idam edilir. Hürrem ve Rüstem; Şehzade Mustafa’nın ortadan kaldırılması için yıllarca entrika üretip senaryo sahnelerler. Bunlardan en çok dikkati çekeni şöyledir:
“Gözünü iktidar hırsı bürümüş olan Rüstem Paşa bütün maharet ve zekâsını kullanarak Şah Tahmasp’a Şehzade Mustafa’nın ağzından, babasını indirip tahta geçmesi konusunda güya yardım isteyen bir mektup yazdı. Mühürü dahi öyle ustaca taklit etmişti ki Tahmasp hiç şüphelenmeden bir cevap yazıp gönderdi. Cevap daha yoldayken, getiren haberciden Paşa’nın adamları tarafından alınarak Padişah’a gönderildi. Baskılardan bunalan Padişah biricik oğlunun tahtına göz diktiğine inanarak idamını emretti. Şehzade Mustafa derhal babasının otağ-ı hümâyûnuna çağrıldı. Rivayete göre âkıbeti hakkında eniştesi Ahmet Paşa tarafından uyarıldıysa da babasına güveni tam olduğu için bunlara kulak asmadı. Kendisini çok seven ordunun tezahüratı arasında babasının çadırına en ufak bir tedbire dahi lüzum görmeden giriverdi. Boynuna kemendi atıveren yedi dilsiz cellâdın elinde -ki bunlardan birisi Zâl Mahmud’tur- can teslim ederken dahi söz olarak şunu söylemişti: Baba!”
Yukarıya aldığımız anekdot elbette bir rivayettir ve bizim amacımız bunun gerçekliğini ispat etmek değildir, ama biz devrin şairleri “Taşlıcalı Yahya Bey” ve “Sâmî”nin şiirlerinden yola çıkarak hadisenin edebî eserlere/şiirlere yansıması ve bu metinlerin zamanla tarihî bir belge özelliği arzetmesi üzerinde kısaca duracağız. Mersiye çok çarpıcı şu iki beyitle başlar:
Meded meded bu cihânın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlileri aldı Mustafa Hânı
Tolındı mihr-i cemâli bozuldu dîvânı
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı
“Yetişin, yetişin! Bu dünyanın bir yanı yıkıldı; Mustafa Han’ı ecel celâlileri aldı! Güzel yüzünün güneşi battı, divanı bozuldu; Osmanoğlu’nu (Kânûnî Sultan Süleyman’ı) hile ile günâha soktular.”
Entrikanın içinde başkaları da bulunsa, Şehzade Mustafa’nın nihaî olarak katline karar veren babası Kânûnî’dir. Dolayısıyla şair devrin en kudretli insanlarının başında gelen padişaha “ecel celâlî”si demektedir. Bu ifade, şairin, bu hadisenin her iki tarafına bakışını göstermesi bakımından çok önemli ve cesurcadır.
İkinci beyitteki; “Osmanoğlu’nun/Kânûnî’nin hile ile vebale sokulduğu” görüşü, olayın arka yüzünü bize göstermesi ve yukarıdaki rivayeti veya buna benzer söylentileri doğrulaması bakımından tarihî bir vesika değerindedir.
İsmail Hami Danişmend, “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi 2” isimli eserinde bu “mersiye”yi bizim bakış açımıza çok yakın bir yaklaşımla vesika olarak kullanmıştır. Danişmend;
Yalancının kuru bühtânı buğz-ı pinhânı
Akıtdı yâşumuzu yakdı nâr-ı hicrânı, beytini şehzâdeye ihanet isnat eden mektubun sahteliğini;
Getürdi arkasını yire Zâl-i devr-i zamân
Vücûdına sitem-i Rüstem ile irdi ziyân, beytini Zâl Mahmud’un şehzâdenin kollarını tutmasını veya boynuna kemendi geçirmesini;
Döküldi gözyaşı yılduzları çoğaldı figân
Dem-i memâtı kıyâmet güninden oldu nişân
Girîv ü nâle vü zâr ile toldı kevn ü mekân
Akar su gibi müdâm ağlamakda pîr ü cuvân, beyitlerini hem askerlerin hem de halkın teessürünü göstermek için kullanır. Ayrıca yine Danişmend,
O cân-ı âdemiyân oldı hâk ile yeksân
Diri kala ve revâdur fesâd iden şeytân, beytinde Rüstem Paşa’nın bu olaydaki yerine işaret eder ve bu şahsın idam edilmesini ister ve
Bunun gibi işi kim gördi kim işitdi aceb
Ki oğlına kıya bir server-i Ömer-meşreb, beytinde de Yahya Bey’in “Ömer huylu bir padişah oğluna nasıl kıyar?” demesinden hareketle Kânûnî’nin şair tarafından tenkit edildiğini belirtir.
Şehzade Mustafa için en çarpıcı şiirlerden birisini de kendisi hakkında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığımız “Sâmî” yazmıştır. Direkt Kânûnî’yi hedef alan ve “Mustafa n’oldı kanı n’eyledün â pâdişehüm” nakaratıyla devam eden şiirde Yahya Bey’in iddialarını teyit eden ifadelere rastlanmaktadır.
Ol mehün şevkıne eflâke atardum külehüm
Şimdi görinmez oluptur kanı ey çarh mehüm
Şeb-i zulmette yine kaldı benüm âh rehüm
Hasretinden boyadı gökleri dûd-ı siyehüm
Bî-murâd olsam aceb mi yitürüp câh u cehüm
Bağ-ı âlemde bitüp tâze soluptur giyehüm
Çeşmüme nesne görinmez ol idi çün nigehüm
Kanda yüz tutam İlâhî göremem kıblegehüm
Ben kime kul olayım bilemezem n’oldu şehüm
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
İntikâmın alayım dimiş iken surh-serün
Kasd idüp cânına kıydun ne revâdur püserün
Bu degül idi garaz kalsa cihânda eserün
Tâc u tahtun kime kalur kime bu mülk ü yerün
Buna kim oldı sebeb yok mı şehâ hîç haberün
Kara toprağa ki düşdi yine soy verd-i terün
Bu firâk odına döyer nice yanmaz ciğerün
Bu eğer erlik ise ancak ola bu hünerün
Pâdişehsin tutalum yok mu Hudâ’dan hazerün
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
Şol güneş yüz ki dolındı ne içün oldı nihân
Yas tutup geyse karalar yiridür işbu cihân
Derilüp bir yere ağlaşsa nola pîr ü cevân
Lâlenün hecr ile bağrı demidür pür ola kan
Açılup gül gibi ol şâh-ı cihân soldı hemân
Ey gönül bülbüli gel eyleyelüm âh u figân
Yapragın döksün ağaçlar bu cihân oldı hazân
Ata oğlına kıyar oldı aceb oldı zamân
Öldürün anı didün virmen ana bir dem amân
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
Sen Selîm oglı olup asl ile Osmân olasın
Yedi iklîme bu gün ilmün ile han olasın
Hâtem-i emrün ile halka Süleymân olasın
Her işi fehm idici âkil ü irfân olasın
Nûhveş bin yıl olursan dahi bir ân olasın
Dest-i hasretle çeküp çâk-ı girîbân olasın
Gide bu tâc u kabâ bir ten-i uryân olasın
Hây hây itdüğüne sonra peşîmân olasın
Acıyup ogluna çak derd ile giryân olasın
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
Ey şeh-i kân-ı kerem sende adâlet bu mıdur
Şeh-i âlem olasın sende inâyet bu mıdur
Pâdişehler ki ezel itdügi âdet bu mıdur
Ehl-i tedbir olana fehm ü kiyâset bu mıdur
Sen Muhibbî olasın sende muhabbet bu mıdur
Mustafâ gibi ciger-kûşene şefkat bu mıdur
Âl ile kıydun ana kanı hakîkat bu mıdur
Kavl-i düşman sana kâr itti meveddet bu mıdur
Yok yere kan idesin yani hılâfet bu mıdur
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
Yine ol servi anup agladı bu çim ü çemen
Yine bu fürkat ile açmadı ol gonca dehen
Gülşenün bağrını deldi yine hasretle diken
Lâlenün içi kızıl kan ile pür oldı hemen
Bağrını urmag içün hançeri çekdi sûsen
Kara geydi başına tutdı benefşe şîven
Yoldı sünbül saçını boynuna geçdükçe resen
Kara toprag ile yeksan nic’olur sîm beden
Rûz-ı mahşerde bula kim ise bu kanı iden
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
Gün gibi zâhir idi zerre günâhı yog idi
İşigünden dahi bir özge penâhı yog idi
Sana ol togrı idi egri nigâhı yog idi
Hak ana şahîd idi gayrı güvâhı yog idi
Bende idi sana ol bir dahi şâhı yog idi
Hak bilür gayrı yire varmaya râhı yog idi
Ceng ider geldi disen iki sipâhı yog idi
Hançer urdun da anın cismine âhı yog idi
Yog idi cürmi bu Sâmî dir İlâhi yog idi
Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm
“Sâmî”nin yukarıya alıntıladığımız mersiyesinde “Şehzade Mustafa”nın zamansız ve haksız bir yere değişik entrikalar sonucunda öldürülmesi çok keskin bir dille dile getirilmiştir. Şiir; “ay”ını kaybeden bir insanın “şeb-i zulmette” kalmasının tasviriyle başlar. Bu büyük acı şairi ve dolayısıyla devrin insanlarını derinden sarsmıştır. Şiir yukarıda da belirttiğimiz gibi son mısralardaki; “Mustafa n’oldu kanı n’eyledün â padişehüm” nakaratıyla devam eder. Kânûnî’ye yöneltilen bu soru şiirin anlam yükünü çektiği gibi ana temayı da özetler. Bu sorunun okuyucuyu konu üzerinde düşündürme amacıyla sorulduğu açıktır. Hangi nedenle olursa olsun/hadisedeki dahli ne derecede olursa olsun oğlunu kaybeden bir babaya sorulacak en ağır sorulardan birisidir bu soru.
Mersiye devletin temel/ana hedeflerinin vurgulandığı ikinci bölümle devam eder. Fakat bu ana yörüngenin dışına çıkılmakta ve devletin kuruluş felsefesiyle örtüşmeyen işler yapılmaktadır. Bu da bir devlet yöneticisinin/padişahın yapmak istediği veya isteyeceği bir durum değildir, olmamalıdır. Bu bölümde mersiyenin ses tonu/şiddeti biraz daha keskinleşir. Bu yapılanlar “erliğe/mertliğe” sığmaz. Sâmî burada Kânûnî’ye, şiirdeki en kritik sorulardan birisini yani; “evet padişahsın güçlüsün/hâkimsin ama Allah’tan da korkmuyor musun?” sorusunu yöneltir. Bu soruyla, 16. yüzyılın bu en kudretli insanını âdeta hırpalar.
Mersiyenin üçüncü bölümünde bütün unsurlarıyla kâinatın bu şehzade için yas tuttuğuna değinilir. Yine burada hedef tahtasına oturtulan şahsiyet devrin padişahıdır. Zaman öylesine değişmiş ve bozulmuştur ki “ata/padişah oğluna kıyar hâle” gelmiştir.
Dördüncü bülümde Osmanlı devletinin kurucularına ve geleneklerine atıfta bulunulur. Bu geçmişe dönüşte, hâlihazırda sahip olunan “güç, kuvvet, saltanat tac…” gibi bütün kıymetlerin/değerlerin geçiciliğine vurgu yapılır.
Mersiyenin en vurgulu ve en dikkati çekici bölümü beşinci bölümdür. Bu bölümde padişahın “adalet”, “yöneticilik anlayışı”, “dürüstlük”, “muhabbet”, “evlat sevgisi” gibi konulardaki yaklaşımları açık bir dille sorgulanır. Bu bölümdeki en çarpıcı ve tarihî vesika özelliği taşıyan mısralar;
Âl ile kıydun ana kanı hakîkat bu mıdur
Kavl-i düşman sana kâr itti meveddet bu mıdur, ifadeleridir. Bu ifadeler yazının giriş kısmında da belirttiğimiz gibi Şehzade Mustafa’nın katledilişinin alt yapısını hazırlayan ve baş kahramanlar olarak Hürrem Sultan ile damadı Rüstem Paşa’nın sahne aldıkları entrikaları akla getirir.
Altıncı bölümde yine tabiat unsurları kullanılarak hadisenin yakıcılığı vurgulanır. Şair, bu bölümde bir de beddua eder: Bu kanın dökülmesine sebep olanlar mahşer gününde bunun cezasını çeksinler!
Son bölüm, Şehzade Mustafa’nın masumiyetini ifade etme ana teması üzerine kurulur. Burada Şehzade’nin babasına karşı beslediği duygular ve saygı dile getirilerek bu tarihî hadise bir kere daha ana hatlarıyla sorgulanır.
Burada ele aldığımız iki şiirde öne çıkan ana kavram “al (hile)”dir. Osmanlı devletinin belki de gerileme sürecinin somut bir başlangıcı olarak düşünülebilecek böylesine önemli bir olayda, iki şairin de “hile” kavramını ısrarla vurgulamaları ve Şehzade Mustafa’nın masumiyetini ön plâna çıkarmaları tarih bilimiyle uğraşanlar için çok önemlidir diye düşünüyorum. Edebî eserlerin tarih bilimine; tarihin edebiyat araştırmalarına çok katkı sağlayacağını sadece bu iki küçük örnekten yola çıkarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabiî tarihi edebiyata; edebiyatı tarihe dönüştürmeden; yani dikkati ve özeni elden bırakmadan.
Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 4509 | E-posta
|