Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Bartın veya mavinin yeşil tonları
Cumartesi, 08 Mart 2014

Bazen kaçıştır hayat. Ardınıza bakmadan kaçarsınız. Önünüz de karanlıktır ardınız da aslında. Bu telaşta, bu durumun farkında olmazsınız. Sanırsınız ki gittiğiniz yerde her şey istediğiniz gibi olacak. Neden sonra anlarsınız ki gitmek istediğiniz bir yer de yoktur. Bir savrulmadır bu yüzden her kaçış. Asıl travma, yıllarca hayalini büyüttüğünüz bir şehirden, bir dünyadan, bir rüyadan kaçıştır ki içinizi yakar ha yakar.

Benim için artık yaşanmaz olmuştu İstanbul. Öğrencilik yıllarının hayhuyu bitmiş, hayatın kendisi start almıştı. Daha oturalı birkaç ay olmadan ev sahibi Almanya’dan gelecek akrabalarının hikâyelerini anlatmaya başlamıştı. Bu kibarca ‘’kendine ev bak’’ demekti, ama ben o eve, daha tam olarak yerleşememiştim bile. Çok da ciddiye almadım başlangıçta, koskocaman Zeytinburnu’nda ev mi bulamayacaktım? Bu benim Hoca kimliğime, karizmama hakaretti.

Günler hızla zevale doğru aktı, bir gün ev sahibi hikâye anlatmayı bıraktı, ‘’akrabalarım yola çıkmışlar’’ dedi. Hemen haber saldık, dosta, bildiğe, tanıdığa. Bir anda onlarca ev seçeneği çıktı karşımıza, ‘’böyle olacağını biliyordum, canım’’ dedim içimden. Hemen okula en yakın kiralık eve gittik. Bir öğrencimin velisi olan ev sahibi; ‘’aman be hocam’’ dedi, ‘’iki gün önce haber vermez mi insan?’’ ‘’Olur böyle vakalar’’, dedik, diğer ihtimallere yöneldik hemen. Baktık ki cevaplar, hep birbirine benziyor, ‘’daha yarım saat önce birine söz verdik be hocam tüh, hay aksi’’, ‘’birinden haber bekliyoruz, eğer aramazlarsa biz size haber veririz hocammm’’… Aynı tornadan çıkmış cümleler, ifadeler, üzüntüler, palavralar, yalanlar. Âh benim necip milletim âh.

Baktık ki kazın ayağı hiç öyle değil, aldığım devlet memuru maaşının hepsini kiraya vermeyi göze aldım, -hangi kalan parayla geçineceksem artık-, yok arkadaş, bütün evler yerin dibine girdiler, bütün tanıdık ve bildikler üzüldüler haliyle. Kendi kendime dedim ki; ‘’İstanbul bir deniz, sen onda batık bir ceset, deniz seni dışına, taşraya fırlatıyor, anla artık!’’

Tam da bu günlere denk gelir benim Anadolu liseleri mülakatı için Ankara’ya gitmem. Çok babacan bir seçici kurula denk geldim. ‘’Hocam, anladık derdini’’ dediler, ‘’haritadan bir yer seç, seni oraya gönderelim!’’ Hiç düşünmeden ‘’Adapazarı’’ dedim. Yazılar yazıldı, notlar alındı, tam odadan çıkacağım, yetkililerden biri ‘’dur’’ dedi ‘’dur’’, ‘’sen, mecburi hizmetini yapmamışsın…’’ Tekrar oturduk masaya, ona yakın yerden ‘’Bartın’’ı seçtim. Sığınacağım limanın adı Bartın olmuştu. İçimden İstanbul’a el sallamaya başlamıştım. ‘’Kim bilir bu gidişin dönüşü olacak mı?’’ şarkısı dönmeye başlamıştı plakta.

Bartın’a ilk gidişim bir tanıdığın özel arabasıyla ve birkaç dostla birlikte oldu. Keyifli bir yolculuktu. Keşif için gitmiştik, doktora ders aşamasında olduğum için ilk yıl evi taşımayı düşünmüyordum. Güzergâhımız, Bolu-Gerede üzerinden, daha sonra dilime pelesenk olacak olan ‘’Mengen-Devrek-Çaycuma-Bartın’’ hattıydı. Yaz sonuydu. Evet ben de yeşil bir coğrafyanın çocuğuydum ama bu yolda tanık olduğum renk televvününü daha önce hiç yaşamamıştım. Bütün tonlarıyla renkler, ‘’ben buradayım’’ diye haykırmak için âdeta sıraya girmişlerdi. Yeşiliyle, sarısıyla, kahverengisiyle, kızılıyla, pembesiyle bütün renkler. Baş döndürücü bir güzellik ve renk oyunu vardı geçtiğimiz yollarda. Büyülenmiş bir yolculuktan sonra varmıştık Bartın’a. 1993 yılının Bartın’ı, küçük, sevimli, canayakın ve yeşile batmış tipik bir Karadeniz kasabasıydı. Görev yapacağım okul da Bartın’a hâkim bir tepedeydi. (Bartın Anadolu İmam Hatip Lisesi) Ders anlatırken insanı hayal dünyasına çekecek kadar güzel bir yere konuşlanmıştı okul.

İlk yıl haftanın üç günü Bartın’da, dört günü İstanbul’daydım. Yedi saat süren yolculuk, çok da sağlıklı olmayan okul pansiyonunda geçen iki gece ve sürekli nöbet. Başta meslektaşlarım olmak üzere herkes bana çok yardımcı oldu, ama ben bir türlü kendime yardım edemedim. Yetemedim belki taşıdığım sorumluluklara. İstanbul’da yaşadığım sıkıntılar; yol, ders ve nöbet olarak bana geri dönmüştü. Mekân değişir, kader aynı kalırmış.

Işık hızıyla ölçülebilecek bir hayat yaşıyordum Bartın’da. Salı günleri gece üçte Bartın’da olabiliyordum. Birkaç saatlik uykudan sonra, bayır ve patika yoldan yarım saatte ancak varabildiğim okul. Bütün gün hiç ara vermeden girilen dersler ve bu ilk saatten son saate kadar dolu geçen günlerden birinde tam gün nöbet. Çarşamba günü kıl payı yetişebildiğim otobüs, Devrek’e kadar vücudumu terketmeyen ter ve yorgunluk. İstanbul’a, Bartın’a olduğu gibi yine gece yarısı varabiliyordum. Tinercilerin, balicilerin, ayyaşların arasından hiç kimseye bulaşmadan eve gitmek, ayrı bir hüner ve yürek istiyordu.

Ve dostlar.

Bartın, bana birçok dost hediye etti. Başta Hüseyin Ay ve Yakup Sekmen olmak üzere, Yakup Marıl, Yaşar Doğan, Meftun Narin, Salih Saraman, Adem Coşan, Arif Tokkal, Yakup Kilci, Uğur Demirci gibi öğretmen arkadaşlarım. (Hele hele bir de İsmail Ateş adında Elazığlı bir dostum vardı ki, kelimenin tam anlamıyla insan güzeliydi. Yüzü ve yüreği cennetten numuneydi.) İlköğretim müfettişi Abidin ve Enver Beyler… Ve belki de o dönemin en renkli okul müdürlerinden biri olup, daha sonra Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu bir ulusal gazetede okuduğum Şerafettin Sağım.

Şerafettin Bey, renkli bir insandı. Yemeyi, içmeyi, konuşmayı, paylaşmayı severdi. İçten çok dışa dönük bir yapısı vardı. Okulun mevcut eksiklerini gidermek, bunun yanı sıra yeni binalar yükseltmek için didinir dururdu. Atak bir kişiliğe sahipti ve tabiri caizse kabına sığmazdı. Hayırla ve rahmetle analım bir kere daha onu.

Ya öğrencilerim?

Hâlâ simaları ve isimleri zihnimi süsleyen o güzellikler. Çok şirinlerdi, çok cana yakındılar. Dağınık zihnimden arta kalan bilgi ve görgümü hiç esirgemedim onlardan. Samimi diyaloglar oluşmuştu aramızda. Hemen bir örnek vereyim. Numaralandırdım onlara anlattığım fıkraları. Hepsine bir sayı verdik; birinci fıkra, ikinci fıkra, üçüncü, dördüncü, beşinci… Fıkralar artınca yeni fıkra anlatmaya da gerek kalmadı zamanla. Üç diyordum mesela; üç numaralı fıkrayı hatırlıyor ve gülüyorlardı. (Bazen, ‘’burada gülünecek çocuklar’’ diye hatırlattığım da olmuyor değildi.) Anlattığımız fıkralardan kendimizce yeni bir fıkra, espri üretmiştik.

...

Çok gezdim Bartın’da. Birçok köyüyle birlikte gitmediğim ilçesi kalmadı hemen hemen. Ama Amasra’nın yeri hep ayrı oldu bende. Hele hele Amasra’ya giden yolda tepeyi aştıktan hemen sonra denizle ilk defa göz göze gelinen yer var ya, işte orası, bence dünyanın en güzel, en çarpıcı, en sarsıcı, en şaşırtıcı güzelliğine sahip. İnanın abartmıyorum, aynı duyguyu Fatih Sultan Mehmet de yaşamış. 1460’lı yıllarda Amasra’ya sefer düzenleyen Sultan, tam da bu noktaya gelince yanındaki hocasına dönmüş ve: ‘’Lala, lala! Çeşm-i cihân bu m’ola?’’ demiş. Yani büyülenmiş Koca Fatih, burası ‘’dünyanın gözbebeği, incisi’’ demiş. ‘’Ben daha önce böylesini görmedim’’ demiş kendi dilince. Unutmadan söyleyeyim. Bu tepe ve bu manzara bana hep Orhan Veli’nin:

Gemlik’e doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma
, mısralarını hatırlatır, bilmem ki neden?

Bartın’da hakkı yenmiş yerlerden biri de İnkumu. Amasra’dakine benzer bir büyüleyiciliği var buranın da. Yeşille mavinin, araya giren sarıya (kumsal) rağmen, bu kadar güzel kucaklaştığı az yer vardır. İnsanın içinden, uzun uzun nefes alıp bu güzelliği biriktirmek ve bir daha bırakmamak geliyor.

Keza Çakraz. Çakraz’da deniz denen bin başlı ejderin, ne kadar ruh verici ve iç açıcı olduğunu yaşayarak tadıyorsunuz. Deniz, yeşilin içine kaçmış bir mavi imge burada. Suyla toprağın vuslatını sezinledim Çakraz’da, bir daha ayrılmamacasına.

Ya kıvrıla kıvrıla, renkten renge, şekilden şekile girerek gittiğimiz Kurucaşile? Yol burada şehirleri, insanları birbirine kavuşturan bir bağ olmaktan çıkmış, insan muhayyilesiyle tabiatın oynadığı oyuna dönmüş. Her dönemeç yeni bir güzelliğe, her viraj farklı bir gizeme açılıyor. Ben, denizle bu kadar içiçe geçmiş ve denizle bu kadar tamamlanmış ikinci bir kasaba hatırlamıyorum.

Ulus mu? Burada deniz yeşille yer değişmiş. Yeşilden bir denizde uyuyan ve her an uçmaya mütemayil bir kuş gibi burası. Yeşile doymuş, yeşille dolmuş. Topraktan göğe doğru yükselmiş yeşilden şelale. Hâsılı, yeşilin denize yazdığı nazire Ulus.

Bir rüyadan uyanmaya benzedi. Doymadan kalkılan sofraya.

Çok ani ayrıldım Bartın’dan. Bu ayrlık, hiç ummadığım, beklemediğim, istemediğim bir zamana denk geldi. Gerisi hasret, türkülerce.

On yedi yıldır o beni gözlüyor, ben onu özlüyorum.


Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 2529 | E-posta

Yorumlar (5)
RSS Yorumlar
1. 08-03-2014 19:08
Bartın
Geçen sefer Edirne, bu sefer de Bartın nasibin almış kaleminizden. Bir şehir, bir bölge veya belde ancak bu kadar güzel tasvir edilir. Bartın ve Amasra, hep yürekten çağırır beni de bir türlü kısmet olmaz. Turizm rehberlerinden tanıtım yazılarından öğrendiğim bu güzel şehir, sizin kaleminizde büyülü bir tablo gibi çıktı önüme, bakmaya doyulmayan bir tablo.... Tekrar tekrar okudum.. Elinize sağlık Muharrem Dayanç hocam.. Yüreğiniz dert görmesin.. Gelecek sefer hangi güzel şehir gelecek sayfama bekliyorum...
Yazar F.Gürbüz Yılmaz (Misafir)
2. 08-03-2014 20:15
teşekkür
nazik sözlerin için çok teşekkür ederim abla. en az bir sene yaşadığım yerleri anlatmaya çalışıyorum. aslında hayallerimi istanbul süslüyor, ama altından kalkamamaktan korkuyorum. bu kadar bilinen ve sevilen şehre yeni gözlerle bakmak lazım, bu da hiç kolay değil. yazılarıma gösterdiğin ilgi için çok teşekkür ediyor, ellerinden öpüyorum abla. saygıyla.
Yazar muharrem dayanç (Misafir)
3. 13-03-2014 12:30
Yangunum
hocam kaleminiz yüreğiğniz dert görmesin. Hani ilk dersimizde tanışma faslında bahsettiğiniz Yangunum ve yol üzerinden toplanıp getirilen çiçek hadiselerinden bahsetmemişsiniz:)
Yazar yaşar özdal (Misafir)
4. 18-03-2014 09:47
değerli hocam
hocam ben de bartın anadolu imam hatip ilk mezunlarından öğrenciniz amasralı yücel.çok küçük yaşta olduğum öğretmenlik yıllarınızdan sevecen yüzünüzü hatırlıyorum.Selamlarımla..Şu an memleketinize yakın taraklıda öğretmenim.Yolunuz düşerse beklerim inşaallah...
Yazar yücel (Misafir)
5. 18-03-2014 11:58
yücel hocam
merhaba yücel. okulunu ve branşını da yaz istersen. seni görmek beni ziyadesiyle mutlu eder. öğretmen olmana da çok sevindim.  
görüşmek temennisiyle...
Yazar muharrem dayanç (Misafir)

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.