Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Sel gider, Bosna kalır
Cuma, 23 Mayıs 2014
SEL GİDER BOSNA KALIR
(Zenica’da Sel İzlenimleri)

Dil, edebiyat veya genel anlamda sanat, her şeyden önce nüanslara hâkimiyeti gerektirir. İncelikleri yakalayacak, kavrayacak birikim ve dikkatte olgun bir seviyeye ulaşılamamışsa, “estetik” kelimesiyle özetlenebilecek güzeli tanıma ve algılama yetisinin bir insanın gözünde ve gönlünde yer bulması çok da mümkün değil. Böyle bir sıradanlıkta, her yer her yere, her kitap her kitaba, her olay her olaya, her olgu her olguya benzer. İyiyle kötü, güzelle çirkin birbirine karışır. Hayat ve hayata yönelen bakışlar donar.

Suya vermek” ile bir hece eksiği “su vermek” ibareleri arasındaki nüans, yukarıda ifade etmeye çalıştıklarımızı, dilsel ve anlamsal incelik bakımından örnekler. “Suya vermek”; “suya atmak, yok olmaya bırakmak, tahrip etmek” anlamına geldiği hâlde; “su vermek”, “bir varlığın hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan suyla onu buluşturmak” demek. İki olgunun da öznesi “su”. İlk olguda ‘’ölçüsüzlük ve aşırılık” göze çarptığı halde, ikinci olguda “ölçü ve normallik” dikkati çeker. Ölçü ve denge kaçırıldığında, hayat veren varlık (su), can alan bir başka varlığa (sel) dönüşür. Kısacası, “su vermek” normal ve olağanı, “suya vermek” normal olmayan ve olağanüstü bir durumu gösterir.

Geçen hafta Bosna’da “su”yun dengesi bozuldu ve olağan durum olağanüstü duruma evrildi. (13-18 Mayıs 2014) Hâsılı, yüz yirmi yıldır sel görmemiş, suyla barışık yaşamış Bosna toprakları, bir başka yüzüyle karşılaştılar suyun. Önce büyüdü, sonra yatağına-kabına sığmadı, sonra taştı, daha sonra önüne geleni sağa sola çarparak meçhul bir istikbale doğru sürüklemeye başladı. O güne kadar suyun pek de bilinmeyen bu hırçın yönüyle karşılaşanlar ne yapacaklarını bilemediler. Anlık ve bilinçsiz tepkiler verdiler.

Ya ben?

Çocukluğu sellerle boğuşmakla geçen, suyun da, derenin de, nehrin de acımasız hâlleriyle çocuk yaşta tanışan ben, ne yaptım? İnsanların bu durumlarını üzülerek seyrettim, gözlemledim.

Çocukluğumda birçok dere taşması ve sel olayı yaşadım. Fakat bu durum sadece benim değil, bütün bir coğrafyanın kaderiydi. Anadoludaki ağıtların bir kısmı derelerin, ırmakların alıp bir daha geri vermedikleri insanların acılarıyla, hikâyeleriyle dolu değil miydi? Sadece ırmak mı, bazen yağmurla el ele veren toprak da heyelan olup canımıza, malımıza kastetmemiş miydi? Denizler, göller, göletler, kanallar bunlarla yarışmamış mıydı?

Çocukluğum dedim, devam edeyim. Evimizin de içinde bulunduğu bahçe, hemen dere kenarındaydı. Selden gözü yılan dedem, babama, bahçenin dereye ve dere yatağına en uzak noktasına evini yapmasını salık vermişti. Hep eleştirdik büyüklerimizi, “daha düz, daha güzel bir yere yapabilirdiniz evi” diye, ama sürekli aynı cevabı aldık; “Siz, sel görmediniz ki, nereden bileceksiniz…”

Değirmenimizin olması suyu, dereyi ister istemez hayatımızın ortasına taşıdı. Her dere büyümesi veya her sel olayından sonra birkaç haftamızı alacak bir telaş başlardı evde. Suyu dereden alıp bahçemizin ortasındaki değirmene taşıyan bentler bozulur veya yıkılırdı. Biz, gecemizi gündüzümüze katar, en kısa sürede, bozulan yerleri onarır, yıkılan kısımları yeniden yapardık.

Sel bittikten sonra, değirmenin altındaki küçük su birikintisi ölü balıklarla dolardı, keza bütün dere de öyle. Dağlardan, kayalardan, tepelerden taşınan toprak, taş, kum yığınları suyun gücüne ve su yatağının eğimine göre bazen derenin bir kenarına, bazen iki kenarına, bazen de ortasına yığılırdı.

Sakarya Nehri’nin taşkınlığı, nehirle-köy arasında hâlâ aşılamayan, yıkılamayan duvarların ana nedeni. Can alması için taşmasına da gerek yoktu bu nehrin. Küçük bir dalgınlık, ömür boyu anaların, babaların, kardeşlerin, eşlerin hatta bütün köyün yüreğine ateş düşürürdü. Hiç unutmuyorum, köyümüze Karadeniz’den göç eden bir ailenin askerden yeni gelmiş oğullarının serinlemek için girdiği Sakarya’dan bir daha çıkamamasını, acılı annenin ve eşin kulaklarımdan hiç gitmeyen feryatlarını.

Balkanlara, Bosna’ya ilk geldiğimde nehirlerle iç içe geçmiş şehirlere, kasabalara, köylere hep gıpta ile baktım. Fakat yaşadıklarımdan öğrendiğim kadarıyla suya pek güven olmazdı. Neden sonra anladım ki bu topraklar yüz yirmi yıldır ciddi bir sel felaketiyle karşılaşmamış. Bu rahatlığın arkasında, bırakın kabarıp taşmayı, gittikçe suyu azalan, kuruyan dere ve nehirlerle hayat sürmenin insanlarda oluşturduğu ruh hali vardı. Bunu, Bosna Nehri her dakika biraz daha yükselip hırçınlaşırken, şemsiye, telefon ve fotoğraf makineleriyle evlerinden çıkıp ırmak kenarına gelenlere baktıkça daha iyi anladım. Deli-dolu akan ırmak, bu insanlar için felaket habercisi değil, macerası seyredilmeye değer görsel bir figürdü.

Sayfiyeye çıkanların yanı sıra koşuşturanlar da vardı elbette. Bazı riskli bölgelere ve köprü girişlerine üstünde “girmek yasaktır” yazan sarı plastik şeritler çekilmişti. Köprü önlerinde, her türlü ihtimale karşı, ikişer polis bekliyor, buralara yaklaşanları uyarıyorlardı.

Kamyonların yığdığı mıcırlar on, on beş kiloluk torbalara dolduruluyor ve bu torbalar nehrin kenarına üst üste diziliyordu. Elbette amaç nehrin taşıp araba yolunu ulaşıma kapamasını engellemekti, ama debisi bu kadar yükselen ırmağın böyle mıcır dolu torbalarla terbiye edilmesi mümkün değildi. Açıkçası yetkililer, halka, “Biz de elimizden geleni yapıyoruz.” mesajı vermek istiyorlardı.

Bütün bu risklere rağmen bazı köprüler araba ve yaya trafiğine açıktı. Neredeyse köprünün altına değerek akan Bosna Nehri, insanların huzurunu kaçırmamıştı. Evet, bir karmaşa vardı, ama tedirginlik yoktu. “Olur ya köprü yıkılırsa” diye küçük bir can yeleğini montunun üstüne geçirip kendini güvende hisseden Boşnak gence takdir hislerimizi fark ettirecek nazarlarla baktık ve bu tarihi anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çektik.

Bu arada Bosna Nehri, kenarında yaşayanlara ders de veriyordu, taşıdığı koca koca kütüklerle, “Ben sadece seyirlik bir nesne değilim, işe de yararım, enerji de üretirim, yük de taşırım” diyordu, kendi dilince.

Kütük, dal, taş gibi bir sürü değişik artıklarla/atıklarla içi dolmuş ve çamura bulanmış ırmağın en büyük mağdurları balıklardı. Ölü veya yarı baygın karaya vuran bu canlıları avlamak kargalar için hiç de zor değildi. Karga uyanıklığı ve zekâsı, selle boğuşulan bu günlerde bir kere daha kendisini gösterdi.

Yatağı meydanda kendisi kayıp Zenica içinden geçen küçük dere de “Ben buradayım.” dedi. O da fırsatı kaçırmadı. Derenin ırmakla buluştuğu noktadaki köprünün şehir tarafında kalan kısmı, kentin iç dünyasının aynasıydı. Çöpler, derenin ırmağa ulaşmasının önünde göze hiç hoş gelmeyen sevimsiz bir set oluşturmuşlardı. Âh! Bizim, bütün çöplerimizi derelere atma hastalığımız, âh!

Pek düzlük alanı, ovası bulunmayan Zenica, sel felaketinden fazla etkilenmedi. Irmağın, her iki yanındaki tepeciklerin arasından akması ve yakınında çok fazla evin olmaması Zenica için bir şans oldu. Fakat yine Bosna Nehri kenarına, ama bu sefer ovaya kurulmuş olan Maglay ve Doboy tamamen su altında kaldı. Coğrafya imdadına yetişti Zenica’nın, ama bir dahaki sefere bu kadar şanslı olamayabilir bu şehir.

Başta Maglay ve Doboy olmak üzere çevre kasaba ve köylerde mahsur kalanlar, FİFA’nın, Zenica’nın Crkvice Mahallesi’ne yaptırdığı antreman sahasının yanındaki geniş düzlük alana helikopterlerle taşındılar. Buraya gittiğimizde meraklı bir kalabalıkla birlikte, ellerinde akıllı makinelerle inip kalkan helikopterleri kayda alanlarla da karşılaştık. Helikopterlerle taşınanlar daha çok yaşlı kadınlar ve çocuklardı.

Tabiatla barışık yaşamak, onu tanımakla mümkün. Bosna her alanda olduğu gibi coğrafyasını da normal olmayan yollarla tanıyor, öğreniyor.

Gördükleri her yerde bize Soma’yı soran bu güzel insanlara milletçe geçmiş olsun, Allah beterinden korusun dileklerimizi iletiyoruz.

Hem Soma’da hem Bosna’da ölenlere rahmet diliyor, geride kalan acılı ailelere sabır ve dayanma gücü temenni ediyoruz.


Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 2401 | E-posta

İlk Yorumu Siz Yazın
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.