Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Balkan taşrasının gözbebeği "Zenica" (1)
Cumartesi, 14 Haziran 2014

 

2009 yılında Novi Pazar’la açılışı yaptıktan sonra, Balkanlarda en uzun süre kaldığım, fakat buraya gelene kadar adını bile duymadığım şehir Zenica. Saraybosna’da uçaktan indikten sonra yaşadığım hayal kırıklığını dindirmeyi umut ettiğim yer oldu önce. Zordu alışmak başlangıçta ama insan nelere alışmıyor ki! Yedi ayımı doldurdum ve benim de şehrim oldu artık Zenica.

Yürüyerek gidilebilecek her yerine gittim. Gezilebilecek bütün mahalle ve sokaklarında ayak izim var. Ne yani, bir yazıyı hak etmedi mi, dedi içimin sesi. Haklısın dedim, oturdum seni anlatıyorum Zenica. Yanlış bir söz söylersem durdur beni, kalbini kırarsam hakkını helal et. Ama kızma bana, içimden geldiği gibi yazacağım.

Önce içimdeki tereddüdü bitiren ve beni böyle bir yazıyı yazmaya ikna eden sebebi paylaşayım sizlerle. “Hikâye Tahlilleri” dersinde çocuklara; “Sizin veya ailenizden herhangi birinin başından geçenleri hikâye tarzında kâğıda döküp derste okuyabilirsiniz” dedim. Bir öğrencim eşinin hikâyesini yazmış, okudu. “1993 yılında savaş oldu” diye başlamış söze ve şöyle devam etmişti; “Kocam Jepçe’de yaşıyormuş ve altı yaşındaymış. Hırvatlar Müslümanlara saldırmışlar. (Boşnaklar değil, Müslümanlar diyor!) Evlerini ateşe vermişler. Ortada ev kalmayınca çocuk ve kadınları esir kampına götürmüşler. Orada yirmi gün kalmış eşim. Askerler çocukları dövüyor, kadınlara tecavüz ediyorlarmış. Esir kampından kaçmışlar, kalacak yerleri olmadığı için bir süre açık havada (tarlada) yatıp kalkmışlar. O günlerde Jepçe’ye gelen yabancı gazetecilerin gözüne takılmış boş arazide yatıp kalkan bu çaresiz insanlar. İşte yabancı gazetecilerin görüp Zenica’ya getirdiği insanlardan biri o zaman altı yaşında çocuk olan eşimmiş!

Niçin bu yaşanmış yakıcı hikâyeyle başladım Zenica’ya anlatmaya hemen söyleyeyim. Savaş sırasında bu şehir Bosna’nın en güvenilir yeriymiş. Coğrafi olarak bizdeki Kayseri, Yozgat ve Sivas’a denk gelen bu topraklar savaşın ateşinden kaçanların sığındıkları güvenilir limanlardan biri olmuş. Ülke dışından gelenlerin bir süre kalıp gelişmeleri gözlemledikten sonra gidecekleri yere (Saraybosna, Tuzla, Travnik) hareket ettikleri ara istasyonmuş aynı zamanda. Savaş yıllarında nüfusu ikiye katlanmış. Hemen bir canlı örnek, geldiğimiz günden beri kahrımızı çeken şehit çocuğu Zaim (Haydareviç) ve ailesi Vişegrad’dan gelmişler buraya. Daha doğrusu, gelmek zorunda kalmışlar. Bu ve buna benzer nedenlerle, savaşın acımasızlığının bütün yönleriyle hissedildiği günlerde yeri ve önemi çok ayrıymış Zenica’nın.

Saraybosna yönünden gelen ve Bosna nehrine paralel devam eden yoldan Zenica’ya geldiğinizde içinizi bunaltan bir şehir karşılar sizi, asık yüzüyle. Travnik tarafından, dağ yeşilinden kademe kademe ova yeşiline inişi size doyasıya yaşatan girişini seviyorum bu şehrin daha çok. Zenica’nın bu girişinden Bosna nehrine kadar hafif bir meyil sizi yormadan kentin içine kadar çeker. Bosna nehri üzerindeki köprülerden geçtikten sonra yavaş yavaş dağa meyleder yine yollar. Her iki taraftan iki yükseltinin ortasından gururla akar bu ülkeye adını veren ırmak. Kenarındaki kafanalar (kahve evleri), parklar, yürüme yollarıyla sarılı bu nehir, yani şehrin cazibe merkezi. Bütün yollar ona çıkıyor burada.

Adından başlarsak Zenica yazılır (Zenitsa) okunur burası. Burada “c” harfi “ts” okunuyor. (Bu durum, Boşnakların Karadeniz kökenli olduklarının bir başka göstergesi olabilir mi acaba?) “Zenica” , Boşnakça’da “gözbebeği” anlamına gelen “zjenica” kelimesinin biraz değişmiş veya bir başka deyişle bir harf eksilmiş hali. İki şekilde yorumlanabilir ‘zjenica’ kelimesi. İlki, bu şehir Bosna’nın gözbebeğidir, tam ortasındadır ve stratejik yönden hayli kıymetlidir. İkincisi, burası her anlamda çok güzel bir yerdir. Her iki yorum da, bir yere kadar yanlış değil aslında.

Zenica adının kökeniyle ilgili birçok efsane anlatılıyor. Birini kısaca buraya alalım:

Zenica’da yaşayanların güzel havalarda mutlaka ziyaret ettikleri bir piknik alanı, Smetovi Dağı bulunuyor. Yüzyıllar önce şehrin son kraliçesi Katarina Kosaça buradan kaçarken Smetovi üstünden geçen yolu tercih ediyor. Şehri kuş başışı gören bu tepeden son kez geriye dönüp bakıyor ve ‘Gözbebeğim bensiz kalıyor.’ sözü çıkıyor ağzından ve Zenica adının bu efsaneden geldiğine inanılıyor.

Şehre damgasını vurmuş olan Bosna nehri kenarında küçüklü büyüklü bir çok park ve parkçık var. Bunların en büyüğü Kamberoviç Parkı. Bu şehirde uzun süre kalan Türk askeri birliği, ki hâlâ bir bölümü kalmaya devam ediyor, parkın bir köşesini çocukları ve gençleri önceleyerek donatmış. Çeşme yapmış, halı saha düzenlemiş, anıt ve saat kulesi dikmiş, eğlence alanları oluşturmuş, belli bir alana banklar serpiştirmiş. Boşnaklar bu güzel dost hediyesine jestle karşılık vererek parkın bu kısmına “Türk Parkı” demişler.

Kamberoviç Parkı’nda benim en çok dikkatimi çeken demir çubukların birbirlerine kaynakla tutturulmasıyla, eklemlenmesiyle yapılan balık heykeli oldu. (Demir balık yeşil denizinde yüzüyor.) Çürümeye yüz tutmuş ve küflenmiş demir parçacıkları kendi dilleriyle bir şeyler anlatıyor gelen geçene. Bu topraklarda her an demir veya beton yüzlü bir heykel çıkabilir karşınıza bunda şaşılacak bir taraf yok, ama bu balık her parka nasip olmaz.

Bir şehrin dış görünüşü sizi yanıltabilir. Gözlerinizi içe çevirmeniz gerekir ki içten bakışın ana mekanları evlerdir. Evlerin dışı değil, içidir önemli olan. Bireysel yaşanan hayata uygun büyüklükle yapılıyor burada evler; kırk, elli, altmış metrekare. Bir apartman dairesi olarak bugüne kadar duyduğum en büyük ev “doksan iki” metrekareydi. Niçin evler bu kadar küçük? Bu durumun yöneticilerin zihniyet algısıyla ve ülkenin yönetim şekliyle direkt ilgisi var. Bu bir toplum mühendisliği anlayacağınız. Boşnaklar bu planlanmış hayata itiraz etmemişler, standardı pek bozmamışlar. Hemen hemen her Boşnak’ın iki çocuğu var. İkiden fazla çocuğu ebeveynler istese de yaşam alanı, standardı ve sosyal koşullar bunu kaldırmıyor.

Özellikle belli bir tarihten önce yapılmış (eski) evlerde elektrik saatleri evin iç kısmında. Görevli geldiğinde evde yoksanız aldınız başınıza belayı. Bıraktığı kâğıda istenen bilgileri yazıp iki gün içinde kendi elinizle elektrik işletmesine götürmek zorundasınız.

Bazı evlerde (bunlardan biri de oturduğumuz ev) su saati de yok. Su parasını evin metrekaresine ve evde yaşayan insan sayısına göre ödüyorsunuz. Harcayın harcayabildiğiniz kadar yani. Aynı durum üç ayda bir gelen çöp vergisi için de geçerli. Evlerin büyüklüğüne ve nüfus sayısına göre ayarlanmış burada her şey.

Evlerde pencerelerde sadece tül var. Akşam ışıklar yandığında evin içinin dışarıdan görünmesini engelleyen güneşlik takma adeti yok burada.

Klozetlerde taharet çubuğu/musluğu bulunmuyor, Avrupa’da nasılsa burada da öyle. İhtiyacınızı kâğıt mendillerle gideriyorsunuz.

Oturduğumuz ev merkezi ısıtma sistemine bağlıydı. Peteklerin ne zaman yanıp ne zaman söneceği tamamen bizim dışımızda kalan bir hadiseydi. Havaların en soğuk olduğu günlerde haftalarca petekler buz kesti mesela. Bu durumu anlatabileceğiniz, şikayette bulunabileceğiniz bir makam, merci yok burada. Konuyu açtığınız dostlar, “olur böyle şeyler” diyorlar. Biraz da bu yüzden her evde elektrikli soba, hatta sobalar var.

Banyolardaki şofbenler genelde elektrikli ve kazanları küçük. Özellikle kışın banyo yaparken bir anda soğuk su ile karşılaşıyorsunuz ve ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Böyle zamanlarda, suyun yeniden ısınması için on beş dakika zorunlu bir mola gerekiyor.

Geldiğimiz günden beri, ki yedi ay oldu, evimizin yakınında yol ve çevre düzenlemesi çalışmaları var. Zenica’nın hemen hemen en işlek caddesi on beş gündür trafiğe kapalı ve saat en geç dörtte herkes işini gücünü bırakıp istirahate çekiliyor. Viyana’yı ziyaretimde somut olarak görmüştüm, bir şehrin veya ülkenin medeniyet seviyesini, topluma ait yerlerde yapılan çalışmalarda takınılan tavır belirliyor. Bölgede yaşayan insanları rahatsız etmeden hatta onlara hissettirmeden yapmak gerekiyor böyle işleri, hayatı durdurarak, dondurarak değil. Boşnakların bizden tek farkı “Büyükşehir Belediyesi Çalışıyor” levhaları koymamaları kazdıkları yerlere. Yani en azından yaptıklarını gözünüzün içine sokmuyorlar.


Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 2268 | E-posta

İlk Yorumu Siz Yazın
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.