EDEBİYAT ÇEŞİTLEMESİ
Ulan Ümit Oğuzcan
Ulan hergele
Ulan ekşimiş ayran
Ulan düdüklü tencere
Edebiyat senin neyine
Behey mantar kafalı
Behey çengelli iğne
Behey çamaşır mandalı
Ne desem azdır sana
Behey hacıyatmaz
Bırak şiiri bir yana
Ulan adam ol biraz
1955 yılı Ekim’inde çıkmış “İstanbul” dergisini karıştırıyorum. Ümit Yaşar Oğuzcan’ı yerden yere vuran “Güzelleme” başlığıyla yazılmış yukarıdaki şiiri görünce adeta küçük dilimi yutuyorum. İroninin tavan yaptığı bir dille yazılmış bu şiirde şair için söylenenlerin -hergele, ekşimiş ayran, düdüklü tencere, mantar kafalı, çengelli iğne, hacıyatmaz vb- yenilir yutulur cinsten şeyler olmadığını görünce, şiiri kimin yazdığını merak ediyorum. Şiirin altında; “Küfür, hakaret, alay. Eğer bir başkası bu lafları Ümit Yaşar Oğuzcan’a söylemiş olsaydı, her hâlde mahkemeye gider, davayı da kazanırdı” ifadelerini okuyunca merakım biraz daha artıyor. Çok geçmeden düğüm çözülüyor; meğer, şiiri şairin kendisi yazmamış mı?
Sakinleştikten sonra kendi kendime diyorum ki; şair her şeyden önce kendini tenkit edebilen insan olmalı. Bazen kendine dost, bazen de muarız/hasım kesilebilmeli. Hatta yeri geldiğinde kendisiyle alay da edebilmeli, dalga da geçebilmeli.
Peşi sıra aklıma bir duvar yazısı geliyor. Parçalanmış bir aileden geriye kalan bir enkazın-bir gencin yatak odasında gördüğüm: “Kendimden başka kimsem yok!”
Bütün sanatçılar gibi şairlerin de sanki kendilerinden başka kimseleri/dostları var mı ki diyorum sonra içimden. Onları en iyi yine kendileri, bir de şair dostları anlamıyorlar mı? Veya en iyi onlar anlamıyorlar, görmezden gelmiyorlar mı?
ORHAN VELİ Mİ, HÜSNÜ YURDUSEV Mİ? BİR BİLİNMEZLİK Mİ?
“İstanbul” dergisini okumaya devam ederken “Bir Problem” başlıklı ve Alptekin (Büyük ihtimalle Orhan Okay) imzalı bir başka yazıyla karşılaşıyorum. 1955’li yıllarda Bilecik’te çıkan “Sanat Yolu” isimli derginin Ekim sayısında, Eskişehir İnönü’de çıkan bir gazetenin iddiasına yer veriliyor. Bu iddiada, Orhan Veli’nin “Sereserpe” başlıklı şiirinin aslında “Hüsnü Yurdusev”in aşağıdaki kıtasından alıntı/çalıntı olduğu dillendiriliyor:
Yatmış uyumuş serpilip ol mâh-ı melâhat
Bilmem leb-i dilcûsunu öpsem uyanır mı?
Giysû dağınık, sîne açık, dâmeni mekşûf
İnsaf ediniz bu yatışa can dayanır mı?
(Ve bir gün, repertuara kayıtlı bir şarkı olduğunu fark ettiğimiz bu mısraların altında söz yazarı olarak -Lâ-edrî: Bilmem/bilinmiyor- ibaresini görünce şaşırıyoruz elimizde olmadan.)
Hemen aşağıya da Orhan Veli’nin şiirini alıp, yorumu size bırakıyoruz:
Uzanıp yatıvermiş sereserpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki.
MASAYA KAZINAN AŞK
Sınav görevi nedeniyle gittiğim Eskişehir Atatürk Lisesi’nde sıralar arasında dolaşırken masaya kazınmış bir şiirle karşılaşıyorum. Göz göze gelip gülümsüyoruz şiirle birbirimize. Âşık bir genç, aşkın dayattıklarıyla hayatın gerçeklerini çarpıştırıyor. Hayat muzaffer ayrılıyor bu masa üstüne gölgesi düşmüş kapışmadan doğal olarak. Aşk, gelecek günlere saklıyor umutlarını.
Paylaşmak isterim:
Sabah kahvaltı yapamıyorum,
Çünkü, seni düşünüyorum...
Öğleleri yemek yiyemiyorum,
Çünkü, seni düşünüyorum...
Akşamları ağzıma bir lokma koyamıyorum,
Çünkü, seni düşünüyorum...
Geceleri gözüme uyku girmiyor,
Çünkü, karnım çok aç!
Bazen eve/işe/hayata farklı yollardan gitmek lâzım. Bu ciddiyet bir gün bizi öldürecek. En azından son nefeste bir gülücük kalıversin, donuversin dudağımızda, yüzümüzde.
Ne dersiniz, haksız mıyım?
Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 4196 | E-posta
|