Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Öğrenciler de iz bırakır
Cumartesi, 30 Mayıs 2015

 

       Oldum olası öğretmen anılarına ayrı bir değer vermişimdir. Bana hem sevimli hem öğretici gelmiştir bu tür anılar. O afacan, yerinde duramayan, kabına sığamayan çocukların eğitimlerini tamamladıktan sonra nasıl bir bireye dönüştüklerini hep merak etmişimdir.

Bahsin en anlamlı tarafı onlu yaşlarda tanıdığınız, başını okşadığınız, değer verdiğinizi hissettirdiğiniz, hâsılı dünyalarına dokunduğunuz bu çocuklar aradan onlu yıllar geçse de sizi unutmuyorlar.

Geçen gün bir öğrencim aradı. Aradan çeyrek asır geçmiş. “Sizi hiç unutmadım Hocam!” diyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Bu nasıl vefadır, nasıl saygıdır, nasıl sevgidir… Dört tane çocuğu varmış, işleri yolundaymış. “Bir gün sizinle görüşmeyi ne kadar çok isterim.” dedi konuşmasının sonunda. Bu biraz da “Yetiştirdiğiniz öğrenciyi görmek istemez misiniz?” demekti, anlamaz olur muyum. “Ben de çok isterim.” dedim, sonra sözleştik, sıcak bir yaz günü serin çaylar içmek için.

İz bırakmak ne güzel, ama ya bizde iz bırakan çocuklar? Dikkatleriyle, sorularıyla, tepkileriyle, eleştirileriyle…

Bugün biraz da onlardan bahsedelim.

Yıl 1991.

Öğretmenliğimin ilk yılı hatta ilk dönemi. Son ders için girdiğim sınıfa karnelerle birlikte “teşekkür” ve “takdir belgeleri”ni ben dağıtacağım. Sınıfa girdiğimde sene içindeki derslerde çok da alışık olmadığım bir sessizlikle karşılaşıyorum. Belge ve karneleri hemen dağıtmaya başlamak işime gelmiyor. Küçük bir nutuk çekiyorum öğrencilere, zayıfı olanlara üzülmemelerini, “teşekkür” ve “takdir belgesi” alanlara kibirlenmemelerini salık veriyorum. Biraz da öğretmenliğimin ilk ayları olması nedeniyle kendimden yola çıkarak devam ediyorum konuşmaya. “Çocuklar,” diyorum “ben hayatımda hiç ‘takdir’ ve ‘teşekkür belgesi’ alamadım. Hatta zayıfsız tek bir senem olmadı. Bu yüzden sizin alacağınız ‘teşekkür’ ve ‘takdir belgeleri’nde gözüm var. ‘Teşekkür’ ve ‘takdir belgesi’ alacak öğrencilerimi hem tebrik ediyor hem de kıskanıyorum.”

Bunları söyledikten sonra bir ara dalıyorum, aklıma babamla yaşadığım ilginç bir diyalog geliyor. Adapazarı’nda yapılan bir şiir yarışmasında ikinci olmuşum. Ödül töreninde devrin Tümen Komutanı Nezihi Çakar bana plaket ve tükenmez kalem hediye etmiş. Bir an önce eve varmak ve aldığım plaketle scrikss marka tükenmez kalemi babama göstermek için hayal âleminde âdeta eve doğru uçuyorum, anlayacağınız belediye otobüsünü şoför yerine ben kullanıyorum. Yol bir türlü bitmek bilmiyor. Köyde arabadan indikten sonra koşar adımlarla eve varıyorum. Mutfakta yakaladığım babamın önüne büyük bir gurur ve heyecanla bırakıyorum yarışmada kazandığım ödülleri. Rahmetli babam, anlam veremediği bu durumu kavramaya çalışırken bir yandan da sormayı ihmal etmiyor; “Bunlar ne?”

Uzun uzun anlatıyorum aldığım ödülü ve ödülün hikâyesini. Söylediklerimi büyük bir dikkatle dinledikten sonra, önce tebessüm ediyor babam sonra tek cümleyle hayatın acımasızlığını bütün gerçekliğiyle yüzüme vuruyor; Bırak bu hediyeleri oğlum, keşke sınıfını bir kere olsun direkt geçseydin…

Kırık duygularımı hayal âleminde bırakıp tekrar gerçek dünyaya dönüyorum. Çocukların karnelerini almayı sabırsızlıkla beklediklerini bir kere daha gözlerimle görüyorum.

Tam karneleri dağıtmaya başlayacağım sırada arkalardan on iki on üç yaşlarında sevimli mi sevimli, şirin mi şirin bir kız çocuğu, bir top çiçek gibi yerinden fırlıyor, ayağa kalkıyor ve mavi mavi gözlerini kocaman kocaman açarak bana hayatımın dersini veriyor; Hocam, bizden o kadar çok takdir aldınız ki!

 

Yine ilk yıl yine ilk dönem.

İlköğretim okulunun son sınıflarından birinde hayatımda bir daha yaşayamayacağım bir güzellik çarpıyor yüreğime. Sınıfta görünüş olarak birbirinin aynısı olan iki kız çocuğu var, üç ay girdiğim derste isimlerini bir türlü belleyemediğim. Bir de derler ki, bu dünyada her varlık, her insan, tektir, biriciktir, yegânedir. Hayır, Allah bazen bir güzelliği iki kere de yaratır, ben bunun şahidiyim.

Son derslerden birinde ikizlerden biri elinde kapalı zarfla yanıma geliyor. “Hocam,” diyor “size bir sürprizim var.”

Bu güzelliklerin bulunduğu sınıfta, o güne kadar bildiğim, duyduğum, gördüğüm hemen her şeyi paylaşmış olmalıyım. Her ders beyitler, şiirler okumuş, hikâyeler, fıkralar anlatmış olmalıyım. Onların şiirden kahramanları olmuş olmalıyım.

Zarfta ne olabilirdi?

Öğrencim gittikten sonra büyük bir heyecanla açtığım zarftan, ilk dersten son derse kadar sınıfta okuduğum mısralar, beyitler, dörtlükler, yani şiirler çıkmasın mı?

Anladım ki sınıfta öğretmenin ağzından çıkan her kelimeyi, her cümleyi, her şiiri, her güzelliği kaydeden bir melek var, bu melek bazen gizli bazen âşikâr.

Ya münazaralar?

Her öğrenci hayatının bir döneminde, bazen inandığı bazen inanmadığı bir konuyu kıyasıya tartışmıştır arkadaşlarıyla. Konuşmuş olmak için konuşmuştur, uzattıkça uzatmıştır söyleyeceklerini, laf dolaştırmıştır.

Adet yerini bulsun diye öğrencileri uzun uzun tartıştırdıktan sonra her defasında öğretmenler konuyu şöyle bir toparlarlar. Toparlama işi de bittikten sonra seneye indirilmek üzere bir yıllığına rafa kaldırılır münazara.

Bütün ritüellerine harfiyen uyarak yine öğrencileri tartıştırıyorum. Notlar alıyorum. Puanlar veriyorum.

Ve bir gün derste, o güne kadar görmeye alışık olmadığım bir şey oluyor. Bir öğrencim tartışma bittikten sonra parmak kaldırıyor, küçücük boyu ama pırıl pırıl zekasıyla yapılanları sorguluyor. “Hocam,” diyor “bizi ikiye bölüyorsunuz, uzun uzun konuşturuyorsunuz, bazen birbirimizin kalbini kıracak kadar hırçınlaşıyoruz, ama en sonunda sizin dediğiniz oluyor! O halde biz niye konuşuyoruz?”

Öğrencimin son cümlesi içime oturuyor; “En sonunda sizin dediğiniz oluyor”. Aman Allah’ım lafa bak, eleştiriye bak. İçime oturuyor. Bir daha da münazara yaptırmıyorum öğrencilerime. Geleceğin bahtı kavi genç öğretmenlerine bırakıyorum bu âdeti.

Eğitimin her kademesinde çalıştım. Ama ilköğretim (şimdi ortaokul) okulunda aldığım öğretme ve öğrenme zevkini diğer okullarda aldım dersem yalan olur. O yüzden ne zaman bir ilköğretim okulunun önünden geçsem içim cız eder. En çok da öğretmenlerini kıskanırım. İz bırakan öğrencilerin farkında olan öğretmenlerini.


Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 2351 | E-posta

Yorumlar (1)
RSS Yorumlar
1. 21-06-2015 04:12
babalar
rahmetli amcamı rahmetle anıyor sevgilerimi sunuyor ve seninle gurur duyuyorum canım arkadaşım rahmetli amcamla birçok söyleşimizde hep sen vardın senin okumanı çok istiyordu belkide kendisinin yapamadığı şeyleri senin yapmanı ve başarmanı diliyordu malum kazadan dolayı kader çok şeyleri değiştirmişti onun için ama sen farklıydın onun için bana devamlı akıl ver okusun diyordu senlede konuşmalarımız bu yöndeydi hatırlarsan o şimdi seni görüyor ve çok memnundur senin gibi dürüst ve ahlaklı bir oğlu olduğu için amcama ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET EYLESİN İNŞAALLAH sevgilerimile RUHİ YILDIRIM
Yazar ruhi (Misafir)

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.