Son Yorumlar
Son Şans, Tekrarı 105 Yıl Sonra
Bilgi
Yazım içeriği ve bilgi edinme yönünden güzel bir yazı olmuş. En çok di...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
Hayvanseverlik
Bu şekilde, canlıların hangi amaçla bayıltığını bilmeden ve sonrasında...
Yorumu Oku

Geyve'de köpekler etkisiz hale getiriliyor
BELLİ
ORADAKİ YURTTAN ŞİKAYET GELMİŞTİR BELEDİYEYE BELEDİYEDE GEREKENİ YAPMI...
Yorumu Oku

Ak Parti'de değişim başlıyor!
MÜTEAHHİT
GEYVE TEŞKİLATI TAMAMEN DEĞİŞMELİ MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE YÜKSELME...
Yorumu Oku

Murat Kaya, TCDD Genel Müdürü ile görüştü
dileğimizdir
sayın Murat Kaya; TCDD'nın genen müdürü ile görüşürken HIZLI TREN...
Yorumu Oku

 
Erik Ağacı (Öykü-1)
Cumartesi, 02 Temmuz 2016

ERİK AĞACI

Madem dünyayı değiştiremiyorsun bulunduğun mekânı değiştir. Bulunduğun mekânı değiştiremiyorsan çevrendeki insanları değiştir. Onları da değiştiremiyorsan kendin değiş.” diyecektim vazgeçtim. Kendini değiştirmek, aslında iç dünyamızdaki değerler trafosunu kökünden sarsmak değil miydi? Her gün selam vererek geçtiğin kapıyı fark etmemek, üç gün görmediğinde göresin gelenleri özlememek, rüyalarına bile çekidüzen vermek değil miydi?

Fırtınanın koptuğu yere bir daha dönmesi nasıl mümkün değilse, bu da mümkün değil.” dedi silik harflerle. Sonra “Niçin dönmesin ki?” dedi. Döne döne yükselmenin ve düşmenin felsefesini yaptı içinden. “Dağılmak için, yitmek için yola çıkanların moralini ne bozabilir ki?” dedi peşinden. “Hangi insan, hangi aksilik, hangi tuzak, hangi riyakârlık?”

Rotalarına kilitlenmiş kırlangıçlar gibi bütün insanlar da ufuk denen yerde yokluğa karıştı. Ne yıldızlar geri getirdi o sıcak yüzleri ne her gün aynı pişkinlikle doğan güneş. Aldığını geri vermedi hiçbir gün, u/yuttuğunu aydınlık sabahlara uyandırmadı hiçbir gece. Ne yarım kalan umutlar yeniden çiçek açtı ne yarım kalan rüyalar -filmler gibi- kaldığı yerden devam etti.

Vişne fidanını toprağın bağrına emanet ettikten sonra zihninden geçirmişti bütün bunları. Bu, ona göre nefes al, ona göre gövdene-dalına güven, ona göre büyü demekti. Kendi köklerin üstünde yüksel, kendi gökyüzünü kendin doğur demekti. Kendine iyi sarıl, kendinden başka kimsen yok da.

Fidanıma iyi bak.” diye tembihlemeyi de unutmadı toprağa. Küreğin son atımıyla birlikte her yanı toprakla dolan fidanın etrafındaki gevşek toprak parçacıklarını çizmesiyle iyice ezerken de konuşuyordu. Bir fidanla dünyayı değiştiremeyecekti belki ama insan yerine cılız bir ağaca umut bağlamak daha gerçekçi, daha anlamlı, daha az umut kırıcıydı. Geleceğe inanmaktı en azından.

Vişne ağacı birden çiçek açıverdi, sonra çiçekler meyveye durdular. Kırmızı kırmızı vişneler mavi mavi gülümsemeye başladılar. Yeşil yapraklar, kırmızı vişneler, rengârenk kuşlar, serin bir gölge. Hiç yoktan altına sığınacağı, gövdesine yaslanacağı bir dostu olmuştu. Yanına pembe pembe çiçekler açıveren bir şeftali dikiverdi, onun yanına bir nar, onun yanına bir dut. Kardeşleri olmuştu vişnenin hem de aynı dili konuştuğu. Topraktan, sudan beslendiği, gökyüzüne uzandığı, rüzgârla aşılandığı, uçmaktan yorulanın dalında tünediği, insangillerin gölgesinde nefeslendiği.

Oysa o en çok erik ağacını severdi. Kavak gibi başı dik, çınar gibi ihtiraslı, meşe gibi serazat, çam gibi mevsimsiz ve zamansız değildi erik ağacı, kollarını dua eden insanlar gibi her yana açardı. Dalları narindi, hiç beklenmeyen zamanda çıt diye kırılıverir ama kolay kolay bırakmazdı kırıldığı gövdeyi. Çocukken en kolay tırmandığı ağaçtı erik. Nerde olsa toprağa çabuk tutunan, uyum sağlayan, insana en yakın ağaçtı. Kendisine cep harçlığı vermeyi ihmal etmeyen cömert bir büyüktü aynı zamanda bahar bayramında. Onu babaannesine benzetmesi bundandı biraz da.

Tadına bile bakmadan küçüklü büyüklü poşetlere doldurduğu erikleri, bahçenin yanından geçen yolun kenarında eliyle havaya kaldırır, saatlerce öyle tutar, yoldan gelip geçen arabalara göstermeye, satmaya çalışırdı. Daha bir poşetini satmadan bir gün penye alırdı bu paralarla, bir başka gün pantolon, bir başka gün, hani pahalı spor ayakkabıları var ya, onlardan. Bir başka gün biriktirdiği filmleri seyretmek için sinemaya giderdi o paralarla. Peşinden gelsin dönme dolaplar, çarpışan arabalar, gondollar, atlıkarıncalar, langırtlar, panayırlar, tombalalar… Yaz biterdi, gelecek yaz da biterdi, sonraki yaz da biterdi ama bu hayal hiç bitmezdi. Eskimezdi. Her erik mevsimi geldiğinde yeniden çiçek açardı.

Bir gün bir araba duruvermişti az ilerisinde o güne kadar görmediği. Koşa koşa gitti yanına. Bir kadın camı açıverdi neden sonra. Güneş gözlüklerini hafifçe kaldırıp sarı saçlarına sıkıştırdıktan sonra baştan ayağa süzdü çocuğu. Bir daha süzdü. Uzun uzun süzdü. Süzüldükçe yüzü kızardı çocuğun. Küçüldükçe küçüldü, ufaldıkça ufaldı, ezildikçe ezildi. Elindeki erikleri yere bırakıp kaçmak istedi yamaca doğru ayakları eriyen asfaltın ziftine yapışmıştı sanki. Kıpırdayamıyordu, donup kalmıştı.

Kadın sağ eliyle gözlüğünün sapını tutar gibi yaptıktan sonra bir şeyler konuşmaya başladı yanındaki adamla. Kendisinden mi bahsediyorlar yoksa araba durmadan önce başlayan ama arabanın durmasıyla bitmeyen konuşmalarına mı devam ediyorlar belli değildi. Bir şey anlayamadı çocuk. Uzadıkça uzadı konuşma…

Yenmez.” dedi kadın, “Yıkarız.” dedi adam, “Olmaz.” dedi kadın “Alçak sesle konuş.” dedi adam, “Ammann.” dedi kadın “O da insan.” dedi adam. Bir süre daha devam etti bu kısa kısa, kesik kesik cümlelerden oluşan diyalog. Cam kapanır kapanmaz tozu dumana kattı araba, köyün çıkışındaki boyalı kayayı geçtikten sonra yok oldu. Yoldan arabalar geçmez oldu, geçen arabalar durmaz oldu, duran arabalar görünmez oldu. Yollar tenhalaştı, dünya sessizleşti.

Pek de iyi şeylerin konuşulmadığını düşündü çocuk, yüzü kızardı, erikleri olduğu yere bırakarak dereye doğru koştu. Dağların zirvesinden kopup gelmenin burukluğuyla akan derenin yakıcı soğuğuyla yüzünü serinletmeye çalıştı. Yıkadıkça kızarıyordu yüzü. Bu kırmızı yüzden herkes onu tanıyacak, utancıyla dalga geçecekti.

O günden sonra bir daha erik satmadı yoldan geçen arabalara. Erik satan çocuklarla da arkadaş olmadı. Erikle ilgili hayallerine de son verdi.

Vişnenin hemen yanında bir ağaç dikimliği kadar yeri boş bıraktı. Orası erik ağacınındı. Bugün nereye baktıysa bir tane olsun erik fidanı bulamamıştı. Ona adını bile duymadığı, güneş gözlüklü sarışın kadına benzeyen süslü ağaçlardan satmak istediler. İlgilenmedi. Kiraz fidesi de almadı çünkü kiraz eriğin yerini tutardı onun zihninde. Eriğin öz kardeşiydi kiraz. Aynı toprağın aynı duygunun rengiydiler, tadıydılar.

Vişne ağacına niçin anlatmıştı ki bütün bunları? Sırrını niçin paylaşmıştı kırk yıl sonra onunla? İnsanlara benzetirdi vişneyi. Isırıldığında damağı buruşturan yine de vazgeçilmeyen.

 

Muharrem Dayanc hakkındaki diğer yazılar
Gösterim: 2419 | E-posta

İlk Yorumu Siz Yazın
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum

Yazdır E-posta
 
 
 
© 2000-2019 Geyve.com Sitedeki içeriğin tarafımızca oluşturulan kısmı kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede kullanılan grafiklerin ikinci şahıslarca kullanılması yasaktır. Yer alan yorumlar ve haberlerden yazarları sorumludur.