FAHRÝ TUNA’NIN GÖLGESÝNE BASMAK
-Kýrk Þehir Portresi Kitabý Üzerine-
Muharrem Dayanç
(Fahri Tuna, Osmanlý Medeniyetinin Ýzinde 40 Þehir Portresi, Hayykitap, Ýstanbul 2019, 192 s.)
Giriþ veya mühendisten yazar olur mu?
Kendisi mühendis olup ekmeðini daha çok “kültür ve sanat yöneticiliði”nden kazanan Fahri Tuna’yý uzun zamandýr kafamda bir yere oturtmaya çalýþýyorum. Benim gibi klasik Türkoloji eðitimi almýþ, masa baþýnda oturmayý öne çýkarýp “duraðan” hayat yaþamaya alýþmýþ birinin, onun gibi “sosyal”, “aktif”, “giriþken”, “gezgin” biri hakkýnda fikir yürütmesi hiç de kolay deðil. Zorlamadan, dillerim dolaþmadan, olumlu veya olumsuz anlamda yanlýþa sapmadan bir cevap bulma derdindeyim, içimde büyüyen “Kimdir ve yazdýklarýyla, yaptýklarýyla nereye koyabilirim Fahri Tuna’yý?” sorusuna. En son geldiðim noktayý daha yazýnýn baþýnda paylaþabilirim: Mühendis yazar. Türk ve dünya edebiyatýna þöyle bir göz atýldýðýnda, ekmeklerini kazandýklarý mesleklerinin yaný sýra -týpçý, hukukçu, iþçi, memur, asker, esnaf, yönetici, siyasetçi, öðretmen vb.- kalemle kâðýdý da yoldaþ edinenlerin çalýþma alanlarýndan biri de bu. Matematikle dili ayný kulvarda koþturanlar bunlar, fizikle metafiziði, coðrafyayla jeolojiyi, tarihle antropolojiyi. Veya dille kimyayý, biyolojiyi, dinamiði, mukavemeti, teknik resmi… Bunlarýn ilk akla gelenlerini bir çýrpýda Hüseyin Cöntürk, Oðuz Atay, Murat Gülsoy, Orhan Pamuk, Mehmet Eroðlu, Nuri Bilge Ceylan, Cahit Koytak, Sulhi Dölek, Dostoyevski þeklinde sýralanabilir. Bunlara dikkatle bakýldýðýnda kalem oynattýklarý, proje ürettikleri her konuda birçok geliþime, deðiþime, dönüþüme hatta “ilk”e imza attýklarý görülür. Bahsi edebiyat üzerinden biraz daha açmak gerekirse özellikle konu seçimi, yeni ve farklý yöntemlerin/tekniklerin denenmesi, dil kullanýmý ve üslup baðlamýnda “bir mühendis yazar bakýþ açýsý ve varlýðý”ndan bahsetmek mümkün.
Tam da aradýðým buydu. Farklý konular, tarzlar, dil kullanýmlarý, dili-üslubu bazen hataya varacak kadar zorlamalar/germeler, yenilikler peþinde koþmalar, bir yerde duramamalar, çözüm odaklý olmalar, çok seslilik ve çok yönlülükler, proje üretmeler... Bütün bu özellikler benim bireysel dünyamda Fahri Tuna demek biraz da. Uzun yýllar önce yan yoldan edebiyata giren bu kalemin hem yaþadýðý kente, hem nefes alýp verdiði ülkeye, hem de ait olduðu dünyaya kattýklarýný gördükçe/düþündükçe kendisiyle ilgili verdiðim hüküm biraz daha pekiþiyor.
Birkaç örnek
Ýstanbul: Osmanlý Medeniyetinin Ýzinde 40 Þehir Portresi’nde sahne Ýstanbul’la açýlýr. Yazar, merkeze yerleþtirdiði bu þehre, diðer þehirlere bakýþta “ölçüþehir” muamelesi yapar. Ýstanbul için yapýlan “kitap”, “ülke”, “bin bir gece masalý” benzetmeleriyle baþlayan yazý, bir kýsmýyla, Yahya Kemal’in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre deðer” mýsraýna telmih olarak görülebilecek “Ýstanbul Süleymaniye’de bayram namazý, Sultanahmet’te Cuma, Eyüp’te dua, Beyoðlu’nda volta, Ortaköy’de seyir, Üsküdar’da misafir odasý, Piyer Loti’de kahve içimi (Bence “teras” da olabilir.)” vb. metaforlaþtýrmalarla devam eder. Her semtin öne çýkan niteliklerinden hareketle yapýlan benzetmelerin finali; “Ýstanbul dünyada ‘ne aranýrsa bulunacak’ tek þehirdir; ölüme çare hariç her aranan bulunur onda.” yargýsýdýr (s. 12). Geçmiþin kültürel birikiminden ilhamla oluþturulan benzetmeler daha çok öznel yargýlara yaslanýr. Kitaba bir bütün olarak bakýnca muzip, zeki/ironik bir bakýþ açýsýyla karþýlaþýrýz. Buna; “Dünyanýn ilk ve en eski, en büyük ‘AVM-Alýþveriþ Merkezi’ Kapalýçarþý da ondadýr.” tespiti örnek gösterilebilir. Bir de eleþtiri. “Üsküdar’a Salacak’a oturunuz:” sözcükleriyle baþlayan paragrafta F.Tuna okuyucuya Sultanahmet’ten Fatih Camii’ne varana deðin karþý yakayý (Avrupa’yý) seyrettirir. Oysa Salacak’a oturan önce Kuþkonmaz’ý görmez mi? Bu Asya’yý görmezden gelmeyi F.Tuna’nýn sürekli Balkanlar’a çevrili gözüne/yüzüne baðlayalým, susalým.
Adapazarý: F.Tuna’nýn dünyasýnda Adapazarý’nýn yeri ayrýdýr. Bu yargýyý, buranýn sadece yazarýn doðduðu yer olmasýna baðlamak þehre de yazara da haksýzlýk olur. Portrenin bütününe serpiþtirilenler, yazýnýn dil ve üslubu, yazarýn tavan yapan özgüveni bu yargýyý destekler. Kapý, dinî bir yapýyla açýlýr; “Adapazarý’nýn kalbi hiç kuþkusuz Orhan Camii’dir” (s. 47). Orhan Gazi’nin 1325’te bölgeyi fethetmesinin sembolü olan bu cami yalnýz deðildir. Birçoðu bugüne ulaþamasa da merkezdeki cami ile beraber “Sakarya’da tam on yedi Orhan Camii” vardýr. F.Tuna, Sakarya’yý bir Osmanlý þehri olarak görmesinin zeminini göçlere baðlar; “Son bir buçuk asýrda Gürcistan’dan Bosna’ya, Batum’dan Priþtina’ya, Kýrým’dan Selanik’e, Trabzon’dan Kýrcaali’ye… Kafkasya, Rumeli ve Anadolu’nun her ilinden her ilçesinden, kimin baþý dara düþse; sýðýnak, barýnak, yýðýnak olan sarýp sarmalayan þehrin adýdýr Adapazarý” (s. 47-48). Bu durumun saðlamasý da Sait Faik üzerinden yapýlýr: “Sait Faik’in ‘herhangi bir kýraathanede dört lisan bilmeyenin garsonluk yapamaz bizim kasabada’ dediði yerleþimin adýdýr Adapazarý” (s. 48). Bakmayýn Sait Faik’in böyle dediðine, bugün on yedi dilin konuþulduðu yerin adýdýr Adapazarý. Adapazarý ortak paydasýnda bir araya toplanmak, çok dillilikten baþka her konuda/anlamda çeþitliliði/renkliliði de beraberinde getirmiþ. Sakarya mutfaðýnýn, folklorunun, kültürünün zenginliði bu çeþitliliðin doðal bir sonucu. Bu zenginlik ve çeþitlik 12 Eylül öncesinde bile þehrin huzuruna halel getirmemiþ. Sakarya, farklýlýklarýn huzura dönüþtüðü bir proje/örnek þehirdir. F.Tuna’nýn hemen hemen bütün yazýlarýnda kendisine yer bulan tarihî þahsiyetleriyle birlikte þehrin önde gelenlerini, yazarlarýný, sanatçýlarýný -bu arada dostlarýný- tek tek sayma faslý bu portrede de kendini gösterir. Portrede, yöre türküleri de es geçilmez.
Eskiþehir: Eskiþehir portresi kelime oyunlarýyla baþlar. Baþta okuyucuya çok þey söylemeyen bu giriþ “Osmanlýnýn doðduðu” yer kavramlaþtýrmasýyla anlam kazanýr. “Cumhuriyet’in de kurulduðu yerdir Eskiþehir” göndermesiyle þehrin yakýn geçmiþine sýçrar F.Tuna. Bu noktada ilginç bir þey daha söyler; “Sakarya adýnýn en çok yakýþtýðý yaraþtýðý yerin adýdýr Eskiþehir” (s. 101). Hemen hemen bütün yazýlarýnda görülen þehirler, bölgeler, kiþiler, tarihî hadiseler, kültürel birikimler arasýnda paralellik kuran F.Tuna, Eskiþehir için de çarpýcý yorumlara ulaþýr; “Ta Viyana’dan itibaren gerileye gerileye, çöküþün uçurumun kenarýna kadar gelip döndüðümüz, son bir silkiniþle tarihi yeniden yazmaya baþladýðýmýz yerin adýdýr Eskiþehir; Türk tarihinin ‘basübadelmevt’idir Eskiþehir; Malazgirt ‘Anadolu’ya giriþin adý’ysa Eskiþehir de ‘Anadolu kalýþýn adý’dýr; bu anlamda Çanakkale’ye, Malazgirt’e eþtir Eskiþehir” (s. 102). Geçmiþten bugüne, þehrin yetiþtirdiði þahsiyetleri de sayar F.Tuna. Þehir sosyolojisi ve kültürü hakkýnda söyledikleri de yabana atýlýr deðildir.
Dikkatlerden sonuca gitmek
Derli toplu olmasý, bu kadar çok þehir portresini bir araya toplamasý ve bir kitaba dönüþmesi bakýmýndan Osmanlý Medeniyetinin Ýzinde 40 Þehir Portresi alanýn ilklerinden. Farklý coðrafya ve kültürlerden þehirleri ortak bir perspektif ve içten bir bakýþla ortaya koymasýyla da öyle. “Þehirlerin de portresi olurmuþ!” düþüncesini akla getirmesi ve bu konuda yol açmasý da kitabý özgün kýlýyor. Evet, þehirlerin de portresi olurmuþ!
Þimdi sýra tuttuðumuz notlarda.
Portrelerde bazen benzer bazen farklý kelimelerle ayný sonuca gidildiði ve tekrara düþüldüðü görülüyor. Tekrar, sözün gücünü arttýrmak, söyleneni pekiþtirmek, vurgulamak, öne çýkarmak, aydýnlatmak için yapýlýrsa sanattýr. Bu tercih, bütün portreler okunduktan sonra anlaþýlýyor ki, F.Tuna üslubunun nirengi noktalarýndan. Þekilsel ve içeriksel tekrar ve benzerlikler de bütünüyle bu yargýya dahildir.
Kitapta okuyucunun en çok dikkatini çeken, portrelerin belki de temel niteliklerinden birinin zeminini oluþturan nüans, hemen her yazýda ele alýnan bölgeyle ilgili þahýslara; coðrafî, tarihî ve kültürel zenginliklere, bu yapýlýrken de türkülere yer verilmesi durumudur. Mesela; Selanik ve Kütahya yazýlarý aðýrlýklý olarak türküler üzerine kurulmuþ; “Çalýn Davullarý” üzerinden birine, “Kütahya’nýn Pýnarlarý” üzerinden de diðerine gidiliyor. Tam da bu noktada F.Tuna’nýn türkülerle ilgili bir paragrafýný buraya almakta yarar var:
“Konya Kesik Çayýr’dýr, Afyon Karahisar Kalesi yýkýlýr gelir. Ýzmir’in kavaklarý meþhurdur, Adana’nýn taþlarý. Antep’te hamam hayal ederiz Ordu’da dere. Beyaz giymeyiz mesela Bolu’dan geçerken, biliriz çünkü söz olur. Bursa’dan geçerken zeytinyaðlý yiyemeyiz mesela. Üzümü sevseniz de sevmeseniz de Diyarbakýr etrafýndakileri ve Ankara’nýn baðlarýný seversiniz, biliyoruz. (Ya Gesi baðlarý!) Zonguldaklýlarýn karadýr kaþlarý, ferman yazdýrýr evet, Eskiþehirliler ne kadar Halkalý þeker yerlerse, o kadar hasretlik çekerler. Elmayý top top yaparlar Adapazarlýlar, finduk ayýklar Giresun’da kýzlar. Biliriz; Bitlis’te beþ minare vardýr, Evreþe yollarý dardýr.” (s. 77)
Metin örülürken küçük küçük ayrýntýlar gözden kaçabiliyor. Mesela; Bilecik’ten bahsederken “Bilecik Cemal Süreya’dýr, Refik Halit’tir. Sürgündür.” denmesini ne kadar isterdim. Edirne’nin gülleri hatrýma hep; (“Edrine þehri mi bu yâ gülþen-i mevâ mýdýr /Anda kasr-ý pâdiþâhî cennet-i alâ mýdýr?”) beytini getirmiþtir. Ýzmit, biraz da Sefa Sirmen demekti çocukluðumda. “Gostivar, Vardar Nehri’nin doðduðu þehirdir” (s. 119) cümlesini okuduktan sonra Sakarya Nehri’nin doðduðu Eskiþehir-Çifteler’deki “Sakaryabaþý” canlandý gözümün önünde.
F.Tuna hemen hemen her portresinde merkeze Ýstanbul’la birlikte Anadolu’yu, Anadolu coðrafyasýný koyarak þehirler, nehirler, daðlar, insanlar, tarihî ve kültürel mekânlar, deðiþik hadise ve þahsiyetler arasýnda ilgiler kurar. Bu ilgiler bazen o kadar hâkim figür hâline gelir ki mesela Silistre portresi bir Tuna Nehri yazýsýna dönüþür. Saraybosna’da Aliya, Kýrcaali’de Kýrca Ali öne çýkar. Yozgat portresi üç insan üzerinden uç verir: Hamza Tekin, Hasan Duruer, Ahmet Güner Sayar.
F.Tuna’nýn, Mardin’le Ýstanbul arasýnda camilerden hareketle kurduðu paralellik öðretici ve incedir:
“Ulucami Süleymaniye’dir, Þeyh Çabuk Eyüp, Þehidiye Sultanahmet’tir, Latifiye Yenicami, Sultanmelik Fatih’tir, Tuðmaner Beyazýt, Deyrul-Zaferan Manastýrý da Ayasofya’sýdýr Mardin’in” (s. 85).
Bolu’dan hareketle þehirlerle tarihî þahsiyetler arasýnda kurulan paralellikler tarih dersidir:
“Bolu Köroðlu’dur, Bolu Tokadý Hayrettin’dir, Bolu Akþemseddin’dir ve Bolu nihayet, Ýzzet Baysal’dýr.
Her þehir bir isimse eðer; Malatya Battal Gazi, Eskiþehir Yunus Emre, Ankara Hacý Bayram ise; Konya Mevlana, Maraþ Nene Hatun, Kýrþehir Hacý Bektaþ-ý Veli ise; Bolu hiç kuþkusuz Köroðlu diyarýdýr” (s. 97).
Þehir ve tatlýlar arasýnda kurulan paralellikler de kültür dersidir:
“… Urfa þýllýk tatlýsýdýr. Balýkesir, höþmelim. Konya saçarasýdýr, Erzurum kadayýf dolmasý. Adapazarý kabak tatlýsýdýr; Çanakkale, peynir helvasý… Tatlý demek baklava demektir. Baklava demekse Gaziantep demektir” (s. 130).
Portrelerin ilginç taraflarýndan biri, F.Tuna üzerinde Sait Faik etkisi olarak görülebilecek, þehirlerle renkler arasýnda kurulan baðlantýdýr. F.Tuna’ya göre; “Ýstanbul gridir, Edirne mavi. Ankara fümedir, Konya türbe yeþili. Mardin kahverengidir, Trabzon bordo. Bursa hiç tereddütsüz, hiç þüphesiz, hiç kuþku yok ki turkuazdýr” (s. 26). Portre yazarý, zihnindeki resimlerden ilham alarak konuþuyor gibidir ki okuyuculara inanmak düþer. Bir baþka yazýda renkler yer deðiþtirir; “… maviyse Ýzmir, yeþilse Bursa, kahverengiyse Mardin, sarý ise Konya, turuncuysa Adana; Bolu ise hiç kuþkusuz turkuazdýr” (s. 99). Ne mutlu Mardin’e ki ayný renkte sebat eder. Bir baþka yerde Tarsus’u boyar F.Tuna, Orhan Veli’nin göðe fýrça çalmasý gibi; “Tarsus’un rengi bana göre tabadýr. Kiremitle turuncu arasý” (s. 177). Duruma ve mevsime göre renk deðiþtirir Ýzmir; “Ýzmir ‘yanýk tenli insanlar’ diyarýdýr. Kumraldýr, Ýzmir’e en yakýn renk kuþkusuz” (s. 41). Ne diyelim, bu portreler renkli portreler efendim (Son yazýsýndan da Tiran’ýn “turuncu renkli þehir” olduðunu öðrendik. Tarsus’un Adana’nýn kulaklarý çýnlasýn).
F.Tuna’yý tanýyanlar sporu ve özellikle futbolu ne kadar sevdiðini bilirler; her ne kadar o, Fatih Terim’i sevmese de. Her takýmýn hakkýný verir (hatta rakip olarak gördüklerinin bile), iyi bir centilmendir, ama onun Sakaryasporluluðu su götürmez. Tarihini bilecek, yazacak kadar hem de.
Yemen gibi bazý portreler uzaktan uzaða yazýlmýþ, ama F.Tuna gittiklerini; “Gittim, gördüm, gezdim, tattým…” diyerek dile getirmeyi seviyor. Þu eda/coþku okuyucunun dikkatinden kaçar mý: “En az yirmi kez gitmiþ biri olarak þahidim buna. Bir keresinde kýrk beþ kiþi bir otobüsle gelmiþtik Gostivar’a” (s. 116).
F.Tuna, noktalama iþaretlerini bolca kullanan yazar. Yazýlarýna dikkatle bakýldýðýnda “noktalý virgül”, “üç nokta” ve “iki nokta üst üste”yi sanki daha bir fazla kullanýyor. Ýçten ve dýþtan konuþan, konuþturan yazar portresi demek bu benim için. Dili daha anlaþýlýr, görünür, renkli kýlmak veya. Ukalalýk yapmadan okuyucuya yol göstermeyi, onunla yürümeyi seven bir yazar hatta.
Kýsa, az heceli-kelimeli cümle ve paragraflarý sýkça tercih ediyor F.Tuna. Kelimelerden tasarruf etmesi, az malzemeyle imge, telmih, mecaz, gönderme vb. oluþturmasýyla beni Ýkinci Yeniciler’le Cemil Meriç arasýnda býraktý. Son karar dikkatli okuyucunun.
F.Tuna’nýn portrelerinde “üçlü” kelime, kelime grubu, sýfat, isim vb. kullanýmý ayrýca dikkati çekiyor. Bu “üçlemeler”, içlerinde deðiþik sanatçýlara, edebî metinlere gönderme barýndýrýyor da olabilir. Bir düþünün bakalým Edirne portresinin hemen baþýnda yer alan; “Þiir, þehir, gül; iþte size Edirne” (s. 29) üçlemesi hangi Balkanlýyý akla getiriyor?
(Türk edebiyatýnda “portre” denilince akla gelen ilk yazarlardan biri olan Yusuf Ziya Ortaç’tan iki küçük alýntýyla bu yazarýn F.Tuna üzerindeki etkisini görünür hâle getirelim:
“Üç Ahmet Haþim var: Þair Haþim, fýkra yazarý Haþim, konuþan Haþim.
Hemen söyleyeyim: Üçü de þairdi bunlarýn.
Konuþan Haþim’in tadýna doyamazdýnýz. Bu, tuzu, biberi, hardalý çok, iþtah açýcý yemekler, baþ döndürücü sert içkiler gibi bir konuþmaydý.
Onu, biraz huysuz, biraz hýrçýn, biraz aðulu yapan, mizacýndan çok talihiydi. Arkadaþlarýnýn hepsi bir þey olmuþtu: Kimi vekildi, kimi mebustu, kimi elçi… O, mülkiye mektebinde, çok sevilen, az maaþlý bir Fransýzca hocasýydý sade!
O zaman, kelimeler, içinde dönen haset çarkýnda bileniyor ve ok oluyor, hançer oluyor, kýlýç oluyordu.”
“Ýçimde kýrýk bir Rübâb, bir Rübâb-ý Þikeste, 178 telinden sesler veriyordu: Yaðmur sesleri, bomba sesleri, hicran sesleri…”)
F.Tuna, mýsra-ý bercesteleri çaðrýþtýran þablon cümleler kurmayý da, bu tür ifadeleri alýntýlamayý da seviyor.
“Edirne’yi sevmek bir kültürü, bir tarihi, bir medeniyeti sevmektir” Fahri Tuna (s. 31).
“Her þey biter, Edirne bitmez” Süheyl Ünver (s. 31).
“Ýzmir Türkiye’nin en Batýlý yüzü, en Batýlý resmi, en Batýlý ruhudur” (s. 40).
“Antep, Güneydoðu’nun Paris’idir” Anonim (s. 132).
F.Tuna’nýn bazý anekdotlarý ufuk açmakla kalmaz okuyanlarý “hikmet” pýnarýnýn yaný baþýna taþýr. D. Mehmet Doðan’dan mülhem; “Pek bilinmez. Ankara, Ýstanbul’u fetheden þehirdir” (s.16-17) yargýsý, üzerine tarih tezi inþa edilecek kadar deðerlidir. Gagauzlarýn imkânsýzý anlatýrken; “Anca gidersin Edirne’ye” (s. 66) demelerine ne demeli?
Sýra geldi son tespite. F.Tuna, çok gezmesi, konuþmasý/konferans vermesi, yazmasý, görmesi; farklý tür ve konularda kalem oynatmasý; konuþma dilini kullanmasý; toplumun her kesimine hitap etmesi; eðitime önem vermesi; usta çýrak iliþkisini sevmesi (el almasý, yol göstermesi), hem devlette hem serbest olarak çalýþmasý, dergi/gazete çýkarmasý, damadýnýn edebiyatçý olmasý, Ýstanbul aþký ile hangi Tanzimat dönemi sanatçýsýný akla getiriyor? Bir düþünün bakalým. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama benim cevabým Ahmet Mithat Efendi. Konuþma dilinin ve diyalog tarzýnýn modern anlamda en önemli ilk ustasýdýr o. F.Tuna’nýn Adana ve Mostar yazýlarýnda bu þehirler, çok sözlü ve sesli bir atmosferin arkasýnda, adeta dekor vazifesi görürler. Yazý aracýlýðýyla konuþan, dinleyicileri/okuyucularý ikna etmeye çalýþan metnin öznesidir (F.Tuna). Bu portrelerde F.Tuna, karþýsýnda sanki biri varmýþ, ona derdini anlatmak istiyormuþ, onunla sohbet ediyormuþ gibi yazar. Diyaloða yaslanan bu yazým tekniði hiç kuþkusuz Ahmet Mithat’ý akla getirir.
Mühendis bakýþ açýsýnýn, mizahýn-ironinin at baþý gittiði, gülerken öðrenmenin okurken dinlenmenin zirve yaptýðý, yaþayan kelimelerden örülen canlý, samimi bir dilin öne çýktýðý kitapla ilgili söyleyeceklerimizi -kendisinden rol çaldýðýmýz- “Yandým Ali”nin hikâyesiyle bitirelim:
“…Yandým Ali bir gün yolda salýna salýna gidiyor. Yemin etmiþ önüne ilk çýkaný pataklayacak. Karþýdan da uslu mu uslu, mülayim mi mülayim, ana kuzusu biri geliyor. Görenler merak ediyor, ne olacak bakalým diye. Bizimki yarý korkulu yarý çekingen tam geçerken kýrýk gürlemiþ:
“Dur!” Bizimki boynu bükük, ceylan gibi korkak ürkek:
“Ne yaptým kýrýk aðbi?” Kýrýk bu, bir kusur bulacak illa. Bulacak ki dövebilsin karþýsýndakini, narayý yapýþtýrmýþ:
“Gölgeme bastýn üleyn!..” (s. 69)
Fahri Tuna’nýn da gölgesine basmaya gelmez.
Zira gölgesi bir edebiyat organizasyonunun mu, yeni bir kitap hazýrlýðýnýn mý, yoksa bir kitabýn editörlüðünün mü, hatta hatta Balkanlarda bir gezinin gölgesi mi bilinmez!
Danýþmanlýðýný üstlendiði zamanýn Edirne Valisi Hasan Duruer’in ona taktýðý “çaðdaþ Malkoçoðlu” bu; nereden kükreyeceði belli olmaz.
Bu yazý; (“Fahri Tuna’nýn Gölgesine Basmak -Kýrk Þehir Portresi Kitabý Üzerine-”, Ihlamur Dergisi, Sayý: 84, Kasým 2019, s. 76-80.) künyesiyle yayýmlanmýþtýr.
Muharrem Dayanc hakkýndaki diðer yazýlar Gsterim: 2143 | E-posta
|