Bir sendika olarak sendikalar aleyhinde yazmayı etik bulmuyoruz. Ancak, ahlak, fazilet gibi kavramları erozyona uğratanları görünce de susmak yakışmıyor. Onca gayri ahlaki yöntemi sendikacılığa monte ettikten sonra, soylu mücadele gibi bir kavramı dahi kullananları görmek ve karşılığında susmak çok ağır geliyor. Bizim işimiz doğruları söylemek, yanlışları yerden yere vurmaksa, sendikal mücadelede yaşananları eğitim çalışanları ve kamuoyu ile paylaşmak da bunun önemli bir parçası olmalıdır.
Son sekiz yılda yaşadıklarımız, bizim gibi idealist pek çok insanı şoka uğratmaktadır. Değerler ayaklar altına alınmış, neredeyse içi boşaltılmış simgelerden ibaret kalmıştır. Dudaklarda şekillenen pek çok kavramın, yüreklerde karşılığı kalmamıştır. Karakoç’un şiirinde;
“Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir. Mukaddes davalarda ölmek bile güzeldir” diyerek vurguladığı, “Bir doğruları”, bir bir ülke geleceği, milletimizin geleceği adına kaybediyoruz. Ne adına? Makam, mevki, ihale, menfaat kaygısıyla...
Sendikal alanda yaşananlar, ülke geleceğini doğrudan doğruya etkileyecek öneme sahiptir. Çünkü, bu alanda faaliyet gösterenler ülke geleceğini inşa edebilecek, yanlışları düzeltebilecek güç ve iradedeki insanlardır. Öğretmenler, akademisyenler ve tüm kamu çalışanları yani ülke geleceğini omuzlayan insanlar. Siyasetçi elbette önemli, ancak kamusal alanda başarının sırrı, kamu çalışanlarının omuzlarındadır. Bu alanda faaliyet gösteren her bir insanın kalite ve verimi ülke geleceği bakımından vazgeçilemez öneme sahiptir. Bu sebeple, her bir kamu çalışanının şahsiyetli bir anlayış içinde olmasını sağlamak, şahsiyetini daha da yükseklere çıkarmak, Karakoç’un tespit ettiği, o, bir doğrunun imanı mertebesinde bir değerdedir.
Bu mayayı bozmak için neler yapmadılar ki?
Bunlar işi o kadar ileri götürdüler ki, putperestlik devri sona erdi ama bu defa da menfaatleri putlaştırdılar. Bir basit referandum sürecinde ağababalarının varlıklarını devam ettirebilmek için, benzetme de olsa, nikâhlarında bile bu kadar gönül rahatlığı ile evet diyemediklerini söylemekten çekinmediler. Varlıklarını bağladıkları iktidarın tökezlemesinin bile, sonları olacağı endişesi ile üyelerinden topladıkları aidatı referandum başarısı için harcamaktan çekinmediler ama aynı bonkörlüğü sendikal mücadele için gösteremediler.
Kamuda tüm dengeleri bozmaktan, en küçük bir kaygı duymaksızın, iş bilmez adamlarını, hak etmedikleri makamlara getirmekten çekinmediler. Hak edenler, alın teri dökenler ne olacak demediler. Kanca atmadıkları tek kişi neredeyse kalmadı, kafalarına, dünya görüşlerine uysun uymasın, her kese, bir üyelik formunu imzalama karşılığında neredeyse cenneti bile vaat ettiler. Aba altından sopa göstermekten de çekinmeden, insanları inançları ile menfaatleri arasında tercihe zorladılar. Ya kırk katır ya kırk satır anlayışıyla, kapalı kapılar ardında soylu mücadelelerini en soylu metotlarla sürdürdüler. Devletin imkânlarını hoyratça kullanmaktan, peşkeş çekmekten geri durmadılar, TOKİ gibi bir devlet kuruluşunun imkânlarını dahi soylu mücadelelerine alet ettiler. Devlet kesesinden ev sahibi yapmayı sendikacılık olarak sundular. Bu işi ellerine yüzlerine bulaştırsalar da, pek çok kamu çalışanını bu yolla kandırmaya devam ediyorlar.
Türk Eğitim Sen gibi sendikalar alanlarda hak hukuk mücadelesi verip, sendikacılığı en üst seviyede bir şahsiyet ve hak arama mücadelesi olarak görürken, bunlar, kendi adamlarının geçici şube müdürü veya ARGE gibi komisyonlarda görevlendirilmelerini sağlayarak, bu kişiler üzerinden işyerlerinde sendikacılık yapmaktadırlar. Görevlendirildikleri işlerle hiçbir ilgilileri olmayan bu kişiler, şube müdürlüğü makamını kullanarak eğitim çalışanları üzerinde etkili olmaya ve onları bu sözde sendikaya üye yapmaya çalışmaktadırlar. ARGE gibi komisyonlarda görevlendirilenler ise işyerlerini gezerek sendikacılık yapmaktadır.
Şuanda geçici olarak şube müdürlüğü yapanların sayısı neredeyse 1400’ü, ARGE komisyonunda görevlendirilenlerin sayısı 752’yi bulmuş durumdadır.
Nikâhlarında bile bu kadar gönül rahatlığı ile evet diyemeyenler, son yıllarda, kendilerini demokrat, kendilerine karşı olanları Ergenekoncu olarak tanımlamaya çalışmaktadır. 12 Eylül askeri darbesinin ne anlama geldiğini bile bilmeyen, cezaevlerinde insanların neler yaşadığından bihaber olan bu tatlısu demokratları, kendilerinin bir 12 Eylül mahsulü olduğunu da unutarak, 12 Eylül’ün en büyük mağdurlarını darbe yanlısı olmakla, utanmadan suçlamaktadırlar.
Sendikacılık dışında, her şeyle alakadar olan soylu mücadele yanlıları son bir yıldır Anayasa profesörlüğüne soyunmuş durumdadır ki ağababaları hangi politikaları millete dayatırsa, onların haklılığını ispat etmeye soyunuyorlar.
Türk Eğitim Sen sorumlu, ilkeli bir sendika olarak, ülke geleceğini sendikal menfaatlerden üstün tutan bir kuruluş olarak şunu söylüyor; ”Beyler, kendinize gelin, makam ve mevkiler geçicidir, ülkeyi ve ülkenin en aydın kesimi olan eğitim çalışanlarını, ülke geleceği adına, şahsiyet olarak kaybediyoruz. Menfaatleri putlaştırdığınız sürece bu kayıp devam edecektir. Şahsiyetlerini un ufak ettiğiniz insanlarla büyüdüğünüzü zanneder ama küçülürsünüz. Bahsettiğiniz değerleri samimiyetle yaşayın, kabukta değil, özde yaşayın ve küçülmeden büyümeye talip olun.
(İsmail Koncuk, Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı) Erol Afşar hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 1852 | E-posta
|