Umutla kadroya geçmeyi bekleyen on binlerce sözleşmelinin neredeyse tamamı (%90) bu iktidar döneminde alındı.
Ne zaman sözleşmelilerle ilgili bir eylem yapacak olsak, hükümet ‘eyleme gerek yok, hepsini kadroya geçireceğiz zaten' derken, payandası sendika da eylem kırıcılığı yapıyordu.
Nitekim Sayın Başbakan, 9 yıldır neyi bekledikleri sorusuna açıklık getirme zahmetinde bile bulunmadan sözleşmelilere kadro sözü vermişti.
Belki seçim arifesinde sözlerini tutarlar dedik ama nafile…
Halen sözleşmeliyi kölelikten kurtaracak düzenlemeler yapılmadığı gibi, uluslar arası sözleşmeler de hiçe sayılıyor.
Aynı kurumda farklı statüde çalışanlara sağlanan haklar 4/B'li ve 4/C'liler için yok sayılıyor.
Sözleşmeli personel ile kadrolu personel arasında derin uçurumlardan çarpıcı örnekler verelim;
Kadrolu hamile personel gece vardiyasına kalmazken, sözleşmeli hamile personel kalmak zorunda.
Sözleşmeli personelin hem evlilik izni, hem de babalık izni daha az.
Yine sözleşmeli personel 1. derece yakını kaybetmesi durumunda sadece üç gün izin alırken, diğer yakınlarını kaybetmesi durumunda resmi izin alamıyor.
Sözleşmeli personel süt iznini daha az kullanabiliyor, bu nedenle bebeğini daha az emziriyor.
Birçok alanda da ILO Sözleşmesine de uygun hareket edilmiyor. Sözleşmeli personelin tayin atamaları bile farklı, görevde yükselme hakları ise hiç yok.
Birçok insani hak ve korumadan yararlanamayan sözleşmeli personel uygulaması sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmadığı gibi, geleceğine güvenle bakamayan, işini kaybetme korkusu yaşayan, devletine güvenmeyen, ezilmiş bu kesim insafsızca kullanılıyor.
Öyle bir korku imparatorluğu oluşturulmuş ki söz konusu personelin büyük bir kısmı sendikal tercihini iktidarın payandası bir sendikadan yana yapıyor, çoğunluğu iktidara (vermediyse bile) oy vereceğini deklare ediyor ve örneğin mitinglerde boy göstererek ‘biz de sizdeniz, aman bize kıymayın' mesajları vermek zorunda kalıyorlar.
Bu davranış biçiminin çalışanlara hiç bir şey kazandırmayacağını defalarca söyledik.
Bir şeyler düzelecekse bunun ancak sendikal ve hukuk mücadelesi ile olacağını bizzat gösterdik.
Yargıda elde ettiğimiz bu kazanımlarla sözleşmelileri biraz da olsa rahatlatarak, kazanımların el/etek öperek değil mücadele ile oluşacağını örneklerle gösterdik.
En son, Başbakanlığa bir dilekçe göndererek, kadrolu çalışanların yararlandığı haklardan sözleşmeli personelin de faydalanması talebimizi ilettik ki gelen cevap doğrultusunda konuyu yargıya taşımaya hazırlanıyoruz.
Yine, Konfederasyonumuza bağlı bir sendika tarafından Danıştay' a açılan davada "zayıf olan bireyin çalışma barışını ve güvenini bozup çalışanları sürekli olarak işten çıkarılma tehdidi altında bırakarak çalışma verimini etkileyecek düzenlemelerin iptal sebebi olacağı vurgusuna yer verildi ki bu açılacak davaların kazanılması yönünde önemli bir gerekçe oluşturuyor.
Öbür yanda Başbakan sözleşmelileri kadroya geçirme sözünü 16 Nisan'da sözleşmeli personelin güvensiz ve kuralsız iş yaşamını protesto ettiğim miting sebebiyle verdi ki bu da hakların alımı konusunda eylemin ve sendikal tercihlerin doğru yapılmasının önemini ortaya koymaktadır.
Doğrudur, Sayın Başbakan'ın bu sözüne rağmen hala sözleşmeli personel alımı devam ediyor.
En son İller Bankası'na sözleşmeli eleman alındı hem de kadrolu personeli sözleşmeli statüsüne sokmak pahasına...
Doğrudur, bu durum Sayın Başbakan'ın sözleriyle bağdaşmıyor.
Ama buna bakarak sendikal mücadelenin gereksizliği fikrine kapılmak, teslim olmak, bunu bir kader olarak değerlendirip rıza göstermek, umutsuzluğa kapılmak gerekmiyor.
Umutsuzluk, korku, yılgınlık yok…
Artık şunu anlamanız gerekiyor ki, karşımızda insanların zaaflarından, yılgınlığından ve korkularından beslenen bir iktidar ve iktidarın payandası olan bir sendika var.
Bunu değiştirmenin yolu da eğilmekten, bükülmekten değil, dik ve onurlu durmaktan geçiyor.
****
HAYALDİ GERÇEK OLDU!
İtiraf ediyorum!
Bu hükümetin gerçekleştirdiklerini hiç birimiz hayal bile edemezdik.
Örnek mi?
"Anayasa'dan Türk kelimesi çıkarılsın" denirken, devlet büyüklerimizin "Güzel şeyler oluyor" demesini…
Kendi kendine yeten yedi ülkeden biri ve Buğday Ambarı iken buğday ithalatında şampiyon olmamız, nohutu Meksika'dan, mercimeği Kanada'dan, sarımsağı Çin'den alacağımız, el âlemin patatesine fasulye'sine muhtaç kalacağımız, ta Uruguay'dan inek getireceğimizi, biz hayal bile edemezken, onlar başardılar…
Tebrikler!!! Erol Afşar hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 1790 | E-posta
|