Memleketimiz üzerinde kara bulutların dolaştığı,daha sonra da bu bulutların milletimiz üzerine çöktüğü günlerdi o günler… “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş” Vatandaş perişan bir haldeydi. Yiyecek ekmeğe muhtaç… Askerimizin tayını, kuru ekmek ve şekersiz üzüm hoşafı….Bunu da üç öğün yiyemiyordu. “Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş” Tüm bu şartlar altında elimizi kolumuzu bağlayan,tarihimizdeki kapkara tablolardan biri olan Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştık. Ama Türk Milleti,aç kalır,susuz kalır, asla esaret altında yaşayamazdı… Onun özünde ve ruhunda bağımsızlık ateşi vardı.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nda belirtildiği üzere:
Osmanlı;
-Kâğıt üzerinde siyasi olarak varlığını hukuken devam ettirmesine rağmen fiilen sona ermiş;
-Orduların terhisi ve silahların teslimi;
-Haberleşme vasıtalarına el koyarak işgalin yurt ve dünya kamuoyuna duyurulmasının önlenmesi;
En önemli madde ise İtilaf Devletleri'nin, güvenliklerini tehlikeye düşürdüğünü ileri sürerek “istedikleri yeri işgal edebileceklerini öngören yedinci maddeydi. Nitekim kısa bir süre sonra bu madde hükmüne dayanılarak dört bir yanda işgaller başlıyordu…
Karanlıktan aydınlığa çıkmak için çetin yollar aşılması gerekiyordu.Peki bu çetin yollar nasıl aşılacaktı?Boğazda demir atmış İtilaf Devletleri donanmasını gören Ulu Önder Mustafa Kemal “Geldikleri gibi giderler” diyordu.Geldikleri gibi de gittiler.
19 Mayıs 1919…Karanlığın üzerine Samsun’da Doğan Güneş.Güneş’in ışıkları dalga dalga yurdumun üstüne yayılıyor, tüm yurdumu aydınlatıyordu…
Bu aydınlığımız, Ak olduklarını iddia etmelerine rağmen,nedense kara bulutlar üzerimize çökmeye devam etmektedir.
Siyasi varlığımız hukuken devam etmekte,fakat ABD’nin istekleri dışında karar verme yeteneğine sahip bulunmamaktayız.Ordumuzun çok değerli komutanları darbe iddiasıyla tutuklanmış,hala yargılanmayı beklemekte,Bebek Katili Apo ve yandaşlarının da el bebek,gül bebek beslenmeleri… Kozmik oda incelemeleri…BOP’un Eş Başkanlığı…Stratejik öneme sahip kurumların,haberleşme,ulaşım,bankalar vs… Ve en önemlisi de topraklarımızın yabancılara satılması …
Libya ve Suriye muhaliflerine,bölücü eşkiyaya anında, milyon dolarları babasının parasıymış gibi veren bir Başbakan ve Hükümeti, memuruna 3+3 gibi sadakayı layık görmekte,parayı verdiği taktirde de Yunanistan’a benzeriz tehdidini savurmaktadır.
Canımız,ciğerparemiz,gözbebeğimiz gencecik fidanlarımızı toprağa vermeğe devam ediyoruz.Alın size açılım…Alın size alelacele kurulan sınır seyyar mahkemelerinin kararı sonunda kahramanlar gibi karşılananların, karşılığı…
Köylümüzün,işçimizin,esnafımızın ve memurumuzun kan ağladığı, öğrencilerimizin coplandığı, öğretmenlerin, doktorların öldürüldüğü, kadınlarımızın tacize uğrayıp öldürüldüğü dikkatlerden uzaklaştırılıp, her gün suni gündemlerin yaratılarak tartışmalara açıldığı bir ülke olmak durumundan kurtulmak istiyoruz.
İstiklalimiz ve Cumhuriyetimiz tehlike altındadır. Milli Bayramlarımızı kutlamayı dahi çok görmektedirler.19 Mayıs geliyor. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı gün gibi, Mondros’a benzeyen günlerden ve bir avuç mutlu azınlığın yarattığı suni gündemlerden kurtulmak için, ölü toprağını üzerimizden atmanın, vurdumduymazlığın bırakılmasının,sorumluluklarımızın yerine getirilmesinin zamanı değil midir?
Sanırım,sözlerimin en güzel özetini, Atatürk’ün gençlere seslendiği “Gençliğe Hitabe’deki öğüt en iyi şekilde anlatmaktadır:
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Cemalettin DİNÇER
Eğitimci Yazar Cemalettin Dincer hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 1694 | E-posta
|