İstanbul’da hep olur…
Zar zor bir park yeri bulur, yanaşırsınız, bir bakarsınız ki tepenizde suratında meymenet olmayan bir tip;
5 lira alayım!!!
Çevreye bakarsınız otopark değil, bildiğin cadde…
Park olduğuna dair bir levha bir işaret ararsınız, yok.
Tepenizdeki meymenetsize bakarsınız, tipi ve giysisi otopark görevlisine falan benzemez.
Elinde bu para toplama işini resmiyete dökecek bir fiş/fatura koçanı da yoktur.
Haliyle sorarsınız; Niye?
E arabanı koruyacağız ya, der.
Niye, güpegündüz ne olacak ki hem kimden koruyacaksın?
Anlatır; Burası İstanbul, arabanın başına neyin geleceği hiç belli olmaz. Çizerler, kırarlar, çalarlar, soyarlar, lastiğini indirirler…
Sanki İstanbul değil de Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındasınız gibi…
Gel de sorma; Peki kim yapacak bütün bunları? Yani sen benim arabamı kimden koruyacaksın?
Direk ‘ben’ veya ‘benden’ diyemez ama siz onun tavırlarından anlarsınız ki bu ülkede arabanızın emniyetini sağlamak için, bizzat o saldırıyı gerçekleştirecek olana rüşvet vermek zorundasınızdır.
Bugünlerde bu değnekçilik kamusal alana fena halde girdi.
Bunu bazı kamu çalışanlarının, bazı sendikalara üye oluş gerekçesinden anlamanız mümkün.
Sorun…
Biz sorduk;
Bize üye olursanız rahat edersiniz, ona göre nöbet tutarsınız, ders dağılımlarınız bile ona göre yapılır, izin/rapor konusunda sıkıntı yaşamazsınız, siciliniz temiz kalır, tayin/terfi/nakil işlemlerinizi tereyağından kıl çekercesine halledersiniz, kamusal alanda torpile ihtiyaç duyduğunuzda yanınızda oluruz falan…
Anlaşılan o ki, neredeyse tamamı bazı sendikalara o bazı sendikaların hışmından korunmak için üye olmuşlar.
Yani, misyonları, kamu çalışanlarını, öncelikle işveren ve sair kuruluşların hışmından korumak, kamu çalışanlarının güvenli bir ortamda iş görmesini sağlamak olan bazı sendikalar ne acıdır ki değnekçiler gibi davranmışlar.
Ve hala davranıyorlar…
* * *
Şöhreti Başka Yerlerde Arayınız!
Fıkra bu ya;
Genç rahibelerden biri koşarak gelip başrahibenin önünde diz çöker;
Değerli hemşire, sormayın başıma neler geldi?
Neler geldi kızım?
Arka bahçede çiçek topluyordum, nerden geldiyse zangocun oğlu ortaya çıktı ve maalesef bana…
Ne yaptığını belli ama ben yine de sorayım! Tecavüz mü etti kızım?
Evet, nerden anladınız?
Neyse kızım. Sen şimdi git, mutfaktan bir limon al, kes ve suyunu em.
Aaa, limon hamileliği önler mi?
Hamileliği önlemez de, en azından sırıtmanı engeller!
İşte böyle…
Birileri ha bire ‘bana hakaret etti, bana tecavüz etti, bana küfretti’ diye ortalıkta gezinip duruyorlar.
Ama suratlarındaki ifadeye bakarsanız, en az tecavüze uğrayan rahibe kadar keyif aldıkları ortada…
Kendilerine limon tavsiye ediyorum.
Şimdi nasıl bilmem ama eskiden şöhretin yolu rejisörün yatak odasından geçerdi.
O birileri de bugün şöhrete benim kanalımdan ulaşmak istiyorlar belli ki ama benim kendilerine ayıracak ne nakdim ne de vaktim var.
Ayrıca bu köşenin bırak kelimesini her harfi bazılarının ismiyle kirletilmeyecek kadar kıymetlidir.
Ve hakaret içeren kelimeler bile bazıları için kullanılmayacak kadar değerlidir.
Dolayısıyla benim sizinle kirletecek kalemim, klavyem, dilim ve herhangi bir aletim yok.
Bırakın bu, Tarık Akan beni öptü babından hava atan genç kız ayaklarını da işinize bakın… Erol Afşar hakkındaki diğer yazılar Gösterim: 2121 | E-posta
|